Ortak bir edebi dil üretmek, toplumu tek bir ülkü etrafında toplayıp müşterek bir mefkure meydana getirmek için mücadele eden İsmail Gaspıralı esaslı bir dava adamıydı.

Müslüman Türk âleminin yaşadığı kargaşadan, buhrandan kurtulmasının yegâne yolunun “birlik” olduğunu ifade ediyordu.

Bunun için de aynı ülkü ve ideale inanmış, kendini bu ülküye adamış insanlar eliyle tesis edilecek bir ortak dilin, Müslüman Türk dünyasını gaflet uykusundan uyandıracağına inanmaktaydı.

İhsan Fazlıoğlu Hoca “dinimiz dilimizdir” der. Dil bize dışarıdan geldi ancak kendini buraya göre -İslam’a göre- inşa etti. Örneğin Araplar trafik kazasına; “Hadisüs Seyr”, Türkler ise “kaza” der. 

Bizim dilimiz, dini bir terminoloji üzerine kodlanmıştır. Kısacası Türkçe, Müslüman olmuş bir dildir.

Tam da bu sebeple bu dile yönelik ciddi bir saldırı düzenlenmektedir. Çünkü dil, sözcükler ve kavramlar bir mekân oluşturur. Bu mekânın da kendine göre bir anlam değer dünyası olur.

Eğer kelimeleri muhtevasından kopartırsanız bu mekânı da tahrip edersiniz. Tahrip edilmiş bir mekânda şiir, sanat, mimari ve felsefe gelişmez. Kavram karmaşası yaşanır ve birlik parçalanır dolayısıyla ortak bir akıl inşa edilemez.

 Ve siz sonra Türklük kavramı üzerinde bile anlaşamaz ve kavga etmeye başlarsınız.

Konfüçyus’a soruyorlar; Toplumun kaderini elinize verseler ne yaparsınız? “Çincenin en çok kullanılan 6 bin civarında kelimesini yeniden tanımlamak olurdu” diye cevap veriyor.

Çünkü dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünceyi anlatamazsanız ortada kültür ve tarih bilinci de kalmaz. Dolayısıyla sanat, felsefe, mimari ve bilim de gelişmez/gelişemez.

Çünkü güçlü bir dil olmadan bir dünya tasavvurunuz da olamaz.

Geçen asrın başında 100 bin kelimelik bir imparatorluk dili 1945 yılına gelindiğinde 15 bin kelimeye düşürüldü. Bunun da yarıya yakını türetilmiş uydurukça kelimelerden oluşuyor.

Memiş Okuyucu’nun kitabında da değindiği gibi; dilimize yapılan bu toplumsal mühendislik, tarihin gördüğü en ağır dil hasarıdır/kıyımıdır.

Türkiye’de galiplerin dayatmaları en fazla dil ve kültürde oldu. İslam terminolojisi üzerine kendini kodlayan dilimiz büyük yara aldı.

1934 yılında “Öztürkçe” çalışmaları kelimelerin hafızada oluşturduğu hikayeleri, anıları, hatıraları silip süpürdü. Çünkü bir kelimeyi sildiğinizde aynı zamanda bir hatırayı da silmiş oluyorsunuz.

Kelimelerin içini boşaltırsanız toplumun muhayyilesini ve muhakeme yetisini de zedelersiniz.

Bugün üniversite mezunlarının 350-400, ilkokul mezunlarının ise 100 kelimelik söz varlığı ile  anlaşmaya çalıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Medyada toplam kelime dağarcığı ise 100-150 civarında.

Ahmet Bican Ercilasun’un 1980 yılında Milliyet Gazetesi’nde verdiği bilgilere göre;

Fuzuli’nin sadece şiirlerinde kullandığı kelime sayısı 18 bin. Ahmet Mithat Efendi’nin kullandığı kelime sayısı 13 bin. Peyami Safa’nın 7 bin ve günümüz yazarlarında Yaşar Kemal’in ise 2 bin 700 kelime.

Görüldüğü gibi kelime dağarcığımız gittikçe geriliyor. Şair İsmet Özel; “Böyle devam ederse 100-150 yıl sonra Batı dilleri Türkçeyi yutacak ve dilimiz yok olacak” diyor.

Geçen asrın başında 100 bin kelime dağarcığı olan İngilizce ise bugün neredeyse 1 milyon kelime dağarcığına ulaştı.

Anlayacağınız Arap harfleriyle yazılmış tabelaları sökmek sorunumuzu çözmüyor. Çünkü asıl sorun 

İngilizcenin ülkede resmi ikinci dil düzeyinde olması sorunudur.

İhsan Fazlıoğlu’nun ifadesiyle; ”İngilizce öğrenmek farz-ı ayndır ama İngilizce eğitim ihanettir; hele de manevî, beşerî, toplumsal bilimlerde… Ana dil ile düşünmeyen düşünmez, düşünemez; izler, takip  eder, taklit eder. İşte bu nedenle İngilizce ana dil haline getirilmeye çalışılıyor.”

Kelime dağarcığı azaldıkça da fikir sahibi olmak yerine herhangi bir fikrin savunuculuğu üstlenmek kolaycılığına savruluyoruz.

Oysa bizim birlik olmaya ihtiyacımız yok mu? Böyle parçalanmış ve kelimelerinin anlamları boşaltılmış bir Türkçe ile ortak bir mefkure etrafında toplanıp bir gönül dili oluşturabilir miyiz?

MİLAT