Türkiye’nin 1924 yılından beri aşamadığı ve bir türlü çözüme kavuşturamadığı ciddi bir eğitim sorunu vardır. Eğitim, 1945 yılına kadar devrimlerin toplumda içselleştirilmesi ve yeni bir vatandaş modelinin oluşturulması için araç olarak kullanıldı. Kısacası tarihi ve kültürel birikimi yok sayan/inkâr eden, Batı değerlerini özümseyen, kendine yabancı bir neslin yetişmesine hizmet etti. 

Bilindiği gibi 1923’ten 1944’e kadar Mussolini İtalya’sında Faşizm, 1933’ten 1945’e kadar Hitler Almanya’sında Nazizm ve 1928 ile 1953 yılları asında Sovyetler Birliği’nde Sosyalizm adı altında çeşitli ideolojik adlandırmalarla toplumlar dönüştürülmeye çalışıldı. 

Dolayısıyla bu ülkelerde eğitim ciddi bir toplumsal dönüştürme aracı olarak işlev gördü. 
Örneğin Hitler, Ari kolonileri oluşturarak bir Ari imparatorluğu kurmayı hedefliyordu. Bu sebeple Nasyonal Sosyalist Eğitimin temellerini attı. Çünkü bedensel ve zihinsel olarak birbirine benzeyen; ırka dayalı homojen bir toplumu ancak eğitim aracılığıyla gerçekleştirebileceğine inanıyordu. 

Öyle ki Hitler, bazı müfredat değişikliklerini bizzat kendisi yapmış ve özellikle tarih dersine büyük önem vermişti. Alman çocukları bu öğretimle süper bir ırkın üyeleri olduklarına inandırılmıştı. Irksal sağlık ve biyoloji dersleri romantikleştirilmiş, bir folk mitolojisi ve modernleştirilmiş bir barbarlık katılarak eğitim, pozitivist bir yöntemle servis edilmişti. 

18. yüzyıl Batı dünyası, John Calvin’in de etkisiyle çocukluğun bizzat aşılması gereken kötü bir dönem olduğunu düşünüyordu zaten. Çocuklar 18, 19 ve 20. yüzyıllarda yetişkinlerin bir “gelecek hesabı” olarak görüldü. 

Zorunlu ve ücretsiz olarak sunulan eğitimin kurumsallaşması her ne kadar 1806 yılında yapılan Jena Savaşı'nda Napolyon'un parasız ordularına yenilen Prusya'nın Alman felsefeci Fichte’nin de yardımıyla bir çıkış yolu olarak ortaya atıldığı söylense de ben bunun arka planının daha karanlık olduğunu düşünüyorum. George Orwell’den ilhamla söyleyecek olursak; eğitim bugün her eve sokulmuş TV gibi bir propaganda aracıdır.

Örneğin 19. yüzyılda Almanya'da anaokulu fikrini ilk ortaya atan Friedrich Froebel’in de nihai amacı çocukları küçük yaşlardan itibaren sisteme dahil etmekti.

Türkiye’deki eğitim sistemi de 19. yüzyıl dünyasını kasıp kavuran totalitarizm rüzgarından etkilenerek inşa edildi. 10. Yıl Marşı’nda da ifade edildiği gibi “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütle” oluşturma hedefine hizmet etti. 

Öyle ki yukarıda ifade ettiğim dönemlerde toplumu dönüştürmeyi hedefleyen totaliter ideolojilerden hiçbiri “dile” dokunmazken Türkiye, dil devrimi adı altında geçmişle olan tüm bağları bir anda kopararak çıtayı bir hayli yükseltmişti. 


O dönemin paradigmasına uygun bir zihniyetle kurgulanmış, yüz yıldır bir türlü yerli ve milli olamamış, kendi olamamış bir eğitim sistemimiz var. Sistem diyoruz çünkü felsefesi hiç olmadı. Bugün bir eğitim sorunundan konuşacaksak(konuşturmuyorlar) eğer, işe önce buradan başlamamız gerekiyor. 

Bugün eğitim hayatını tanzim eden yasa 1973 yılında yürürlüğe sokulan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunudur. Bu kanunun da ruhu 1924 yılına aittir. Mevcut eğitim yasalarına dokunmadan eğitimde bir reformdan bahsedebilir miyiz?


Bugün eğitimin ana sorunu; mevcut sistemin anlayış olarak bir önceki yüzyılın değerleriyle kodlanmış olmasıdır. Son 16 yıllık AK Parti döneminde de bu çerçevede yapılan köklü bir değişiklik/reform olmadı. 

Medyamız 16 yıldır, bir bakanın yaptığı değişiklikleri gelen başka bir bakanın değiştirmesini “eğitimde devrim niteliğinde reform” diye pazarladı. Bu hep böyle devam etti. Bizim gazetelerin sayfaları 16 yıl boyunca, eğitimde devrim niteliğinde reform başlıklarıyla süslendi. 

Oysa gelen her bakanın yaptığı gevşeyen bir iki cıvatayı sıkıştırmak oldu. Sonuç; sınav manyağı edilmiş çocuklar, bol torpilli müdür atamaları, başarısızlık, disiplin adı altında verilen eğitim, yeteneklerini keşfetmeden büyüyen mutsuz bir nesil. 

Yeni sistemle birlikte gelen yeni bakanın eğitim kökenli olması bir nebze olsun bize umut aşılıyor. Bu devasa sektörün sorunlarının çözümünde nereye kadar yol alabilecek bunu zaman gösterecek. Köklü sorunlara temas edebilecek mi yoksa o da birkaç cıvatayı sıkıştırıp görevi bir sonraki bakana mı devredecek? Umarım bu dönem eğitimin şahlandığı bir dönem olur.