Fatih Altaylı gibi yazarların başörtülü kızlarımıza ağız dolusu küfürler ettiği yıllardı. Cuntacı generallerin, yazarların, sanatçıların, siyasetçilerin kafalarını, Anadolu’nun fakir çocuklarına taktığı o hazin yıllar… Güçleri ancak zayıf ve mazlum insanlara yetiyordu. 

Böyle bir zamanda dindar, muhafazakâr insanların bir heyecanı, muhalefeti ve isyanı vardı. İçlerinde yine korkak, dirençsiz, ezik, fırıldak tipler yok değildi ancak genel anlamda isyanlarının, heyecanlarının bir anlamı, değeri ve kıymeti vardı. Çünkü o vakitler “Dava” bir para birimi olarak henüz tedavüle sokulmamıştı.

Batıcı, seküler, laik, çağdaş, pozitivist zihniyet; bu ülkenin dindar insanlarının, değerlerinin, tarihlerinin ve kültürlerinin üzerinden bir silindir gibi geçti. Varsa bir ezikliğimiz, bundandı.  Canımız yanıyordu çünkü. Bunu iliklerimize kadar hissettik. Bu bakımdan ezilenlerin sesi, vicdanı olduk. 

Üniversitelerde, devlet kurumlarında, kamusal alanda hakkımız az yenilmedi. Karşımızda bizi adam yerine koymayan, soru çalarak, torpille vs. yollarla adam yerleştiren, rüşvet yiyen, ihale peşinde koşuşturan, gözü devletin hazinesinde olan, doymak bilmeyen bir tayfa vardı. Tüm bu olan bitenlere karşı haklı bir isyandı bu.

2002 yılında AK Parti iktidar olduğunda şöyle demiştim. Bu parti düzen/sistem karşıtı bir partidir. Yüz yıldır ezilen; değerleri, hakları, hukukları gasp edilen dindar insanlar artık iktidarda.

Çok güzel işler çıkardık. Kızların nasıl başörtüsü takması gerektiğini tartışan bir ülke durumundan sahici anlamda özgürlükleri konuşan bir ülke durumuna geldik. Farklılıklarımızın birer zenginlik olduğu gerçeğinden yola çıkarak; hakları, hukukları gasp edilen hemen her kesimle temasa geçtik. Yıllardır aşağılanan millet, ilk defa bu dönemde devlet dairelerinde ülkenin gerçek sahibi gibi ağırlanmaya başlandı.

Bizi ötekileştiren zihniyetle yüzleştik. FETÖ gibi insanlık tarihinin en şeytani örgütüyle ciddi bir savaş verdik/veriyoruz. Çocuklarımızı heba eden, bizi ayrıştıran, aramıza nifak tohumları atan Kemalist, seküler zihniyetin gerçek niyetini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdik. 

Ne var ki Erdoğan son birkaç yıldır hemen hemen gittiği her yerde şu cümleleri tekrarlıyor:

“Birer fani olarak kimse kibretmesin, kimse gururlanmasın, kibir de gurur da sadece mutlak yaratıcı olan Allah'a aittir.” “Kardeşlerim Allah aşkına soruyoruz size, bize kibir yakışır mı, bize gurur yakışır mı?”  “Seçim döneminde kimse 'bu benim yakınımdır, bu benim şuyumdur' diye bize aday teklifiyle gelmesin.” “ Kibir abideleri gelmesin.” “ Kibirli adam bu kapıdan içeri giremez.” Buna benzer çok sayıda uyarıları oldu Erdoğan’ın…

Peki, ne oldu da Erdoğan son yıllarda kibirden, torpilden, kul hakkından, haramdan ve liyakatsizlikten bahsetmeye başladı. 28 Şubat’ta haksızlıklara karşı bir isyan hareketi olarak doğan, büyüyen ve güçlenen bazı dindar muhafazakârlara ne oldu?

Ne olacak? Dava denilen şeyin aslında makamda, mevkide yükselme aracı olduğunu kısa sürede keşfetti bazı dindarlarımız. Başörtüsü meselesini çözünce başka meseleleri kalmadığını sandılar. Gırtlağına kadar kibre batmış bir vaziyette darphanede dava basıyorlar şimdi.

En küçük parti teşkilatının kapısından içeri girmek bile neredeyse zorlaştı. Belediyeleri, devlet dairelerindeki memurları, bürokratları, yazarları, siyasetçileri birer kibir abidesi gibi dolaşıyor aramızda. Titiz, temiz, yükü omuzlayan, samimi insanları tenzih ederiz ancak torpil, iltimas, liyakatsizlik, hazır yiyicilik, kendini beğenme şeklinde devam eden çok ciddi bir ahlaki yozlaşma yaşanıyor.

Kul hakkı yemek, emeği hiçe saymak, işi ehline vermemek,  adam kayırmak, hırsa kapılmak, zayıf bulunca kibretmek, güçlü görünce dalkavukluk etmek gibi tüm bu ahlaksız tavırlar ne hazindir ki bugün ciddi bir çürümenin göstergeleridir.

Bizim yirmi yıl önceki haklı isyanımız; bugün niye şu makamda değilim neden ben de vekil olamadım vs. şeklinde bir isyana dönüşmüşse oturup düşünmemiz lazım. Hani isyan, Nurettin Topçu’nun ifadesiyle; aşk içinde sonsuza atılarak bedenini hiçe sayarcasına ıstıraba adanan bir hareketti. Hani isyan, ahlakın, merhametin, adaletin, ferdin hürlüğü noktasında yürüyecek ulvi bir hareketti. Hani isyan mütevazılık ve dert sahibi olmaktı. 

 “Sakıngil olmayagil kibr ile yoldaş. Kibir kandayısa onunla savaş”  diyen Yunus Emre’yi ne vakit unuttunuz. 

Tez elden kim olduğunuzu, nereli olduğunuzu, tarihi, kültürel birikiminizi, dininizi, imanınızı hatırlayın ve kendinize çeki düzen verin. Bu gidiş, gidiş değil.