“Çağdaş ve uygar başlık” olarak tarif ettikleri şapkanın, kanun zoruyla milletin başına bela edildiği zorba, despot yılları da gördü bu millet. İnsanlık tarihinde yaşam tarzına, dile, inanca bu denli müdahale edildiği başka bir dönem yaşanmamıştır.

İstiklal mahkemelerinde 143 kişi yargılandı. Sanıklardan 14’ü on beş, 22’si on, 19’u ise beş yıla mahkûm edildi. 8 kişi de oracıkta idam edilerek şehit edildi. Cesetler rastgele çukurlara atıldı, yakınları tarafından alınmasın diye de başına süngülü nöbetçi dikildi. Dehşet bir manzara!  


Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane böyle uzayıp gidiyor… Maraş’ın, İstiklal Harbi’nde kahramanlıklar göstermesinin bir önemi yoktu. “Şapka giyecek mi giymeyecek mi?” tüm mesele buydu!

Maraş’ın âlimlerinden Maşallah Ali Efendi’ye bir kez daha ihtar yapıldı. Üstadın son sözleri; “Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah” oldu! Asıldığı darağacı 3 kez kırıldı. Her defasında tekrar kurdular!

Ya, Yunanlıların İzmir’i işgalini ilk protesto eden İskilipli Atıf Hoca! Onu anlatmaya yüreğim elvermiyor. Peki, ne uğruna öldürüldü bu insanlar? Cevap; laik, seküler yaşam tarzına itiraz ettikleri için! Şapka, yahu şapka giymek istemedikleri için!


Yıllar sonra “Türban bir fesadın (komplo, conspiration) simgesidir. Türban; kahverengi faşist gömleği gibi, gamalı haç gibi bir simgedir” dedi bağnaz, laik yazarlarımız. Laik, seküler yaşam tarzı uğruna gerektiğinde darbeler yapıldı bu ülkede. Halkın seçtiği bir lidere, laiklik kisvesi altında görevinden el etek çektirildi.

Hitler hükümeti, “Kalıtsal Hastalığı Olan Nesillerin Önlenmesine İlişkin Yasa”yı, 14 Temmuz 1933’de kabul etti. İlk maddesinde, “Doğacak çocukların fiziksel ya da zihinsel ciddi bir kalıtsal engeli olacağının tıbbi raporlarla kanıtlanması durumunda, kalıtsal hastalığı olan herkes kısırlaştırılabilecektir” deniliyordu.

İlk birkaç yılın dışında kayıt olmamasına rağmen, Nazi iktidarı boyunca yaklaşık 300 bin engellinin kısırlaştırıldığı tahmin ediliyor.


Öjeni, cumhuriyet döneminde de “Sağlıklı nesiller yetiştirilmesi” amacına uygun bir şekilde gündeme geldi. Kemalist iktidar, 1930’da Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nu çıkararak, kalıtsal hastalık taşıyanların evlenmelerini yasakladı. Resmi ideolojiyi tahkim için çıkarılan çeşitli dergilerde de öjeni fikrini savunan yazılar yayınlandı.

Atsız, “ Irkçılık aynı zamanda bir hıfzısıhha meselesidir.” diyor ve ekliyordu:
“Karışmak daima üstün tarafın aleyhinde olduğundan üstün bir ırk olan Türk ırkı, aşağı ırklarla karıştığı zaman ortaya çıkan melezlerde Türk’ün bütün üstün vasıfları kaybolmakta, aşağı ırkın iptidai vasıflarından bazıları onun yerini tutmaktadır. Birer müspet ilim olan antropoloji ve rasyonolojinin ortaya koyduğu bu hakikatlerle işe koyulmalıyız.”


1934 yılında çıkarılan İskân Kanunu, halkı, “Türk ırkından olanlar ve olmayanlar” diye ayırırken, vatandaşların sadece Türkçe soyadları almalarını zorunlu kılan Soyadı Kanunu ise din, mezhep ve alt kimlik ayrımlarını gizleyerek tek bir kimlik oluşturması sürecinde önemli rol oynamıştı.

Türk Antropoloji Tetkikat Merkezinin ilk işleri arasında, "Karacaahmet Mezarlığı'ndan toplanan kafataslarının ölçümü" ile "Türk, Ermeni, Rum ve Musevi gibi farklı ırki kökenlere sahip çocuklar üzerine" karşılaştırmalı araştırmalar yapmak vardı.

1925-1939 arasındaki yayın hayatında Maarif Vekillerinin "Fahri reisliğini" yaptığı Türk Antropoloji Mecmuası, o dönemde, "Bilimsel bir araç olarak" antropolojiyi kullanarak, Türk ırkının üstünlüğünü kanıtlamak için ne kadar kafa patlatıldığına dair örneklerle doludur. Tam 64 bin kişi!

Nazi Almanya'sında ve faşist İtalya'da kullanılan "Öjenik bilimi" çalışmaları burada da yürütülmeye başlandı. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mazhar Osman (Uzman), 1939’da verdiği bir konferansta “Birçok cepheden yapıya muhtaç vatanı da soyu bozuklarla doldurmak, darülacezeler, bimarhane ve hapishaneler için nesil yetiştirmek de hiç şayanı temenni değildir. Onun için sağlamları çoğaltmağa teşvik ve mecbur etmeliyiz. Çürüklere de ‘sen yetersin, senden nesle lüzum yok demeliyiz’.”

Nasıl ama? Gurur mu duymalıyız bu bilimsel(!) çalışmalarla? CHP’nin zulüm yıllarını, antidemokratik yönetim anlayışını hayırla ve özlemle mi yâd etmeliyiz. Sözüm Kemalistlere değil muhafazakârlara.
Bir sonraki yazıda devam edelim.