O gün orada valiyi alkışlayanları görünce “bürokrasiye itaatkâr” bir toplumun hala diri olduğunu gördüm.

Hak ve özgürlükler alanında mesafe kat ettikçe, gerek oturma şekli ve gerekse kılık kıyafet gibi meselelerin artık çok geride kaldığını düşünüyordum.

Tepkilere bakılacak olursa maalesef azımsanmayacak bir topluluk, hala bu türden meselelerin, devletin itibarını zedelediğini düşünüyor. Hangi ara eski Türkiye’yi aratmayacak türden bir itaatkarlık hâsıl oldu, anlamak mümkün değil.

Başkanlık sistemine geçmiş bir ülkede hala eski kutsal devlet refleksi ile hareket eden insanların olması, üzerinde durulmayı hak ediyor.

Sanırım sonradan karşılıklı özürler dilenmiş. Ne var ki eski Türkiye’den kalma bürokratik zihniyeti hatırlatması bakımından mevzuu üzerinde biraz duralım.

 

Türkiye’de atanmışların, seçilmişler üzerinde kurduğu hegemonyanın en yakın şahidi kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.  Ve o nerede olursa olsun buna hep itiraz etti.

 

Danıştay’ın 146. yıldönümünde yaşanılanları hatırlayınız. Erdoğan o gün ayağa kalktı ve tepkisini ortaya koyarak salonu terk etmişti.

 

Mülki amirlerin makamının aynı zamanda devleti de temsil ettiği yönündeki anlayış haliyle makam sahibini kudretli(!) kılıyor. Ve o koltukları inanılmaz kıymetli yapıyor. Oysa kıymetli olan o koltuk değil onun üzerinden halka sunulacak hizmettir.

 

Güleryüz, hoşgörü ve samimiyettir…

 

Eskiden kalma klasik, katı, kaba uygulamaları yaran ve tamamen halkın içinde boy gösteren sıra dışı, mütevazı bürokratlar da oldu.

 

Rahmetli Recep Yazıcıoğlu bunun ilk ve korkarım son örneği olacak.

 

Bir programda bürokrasi alanında yaşanan zorbalıkları, bürokrasi hastalığı olarak değerlendirmişti. “Buna kibir eklenince ortaya hiç de hoş olmayan görüntüler çıkıyor” demişti.

 

Bana göre bu aynı zamanda bir sistem ve zihniyet sorunudur.

 

Bilindiği gibi transandantal devlet anlayışının yer ettiği ülkelerde devlet, toplumun itaat etmesi gereken yarı- Tanrısal bir varlık konumuna indirgenir.

 

Tanrı bir bakıma dünyevileştirilmiştir. Esasen devletler de varlıklarını buna borçludur. Aksi takdirde hiçbir devlet varlığını muhafaza edemez.  Yani tüm uygarlıklarda da bu böyledir. Devlet mekanizmasına bir kutsallık atfedilir.

 

O hürmet edilecek, saygıda kusur edilmeyecek tanrısal bir makam konumuna indirgenmiştir.

 

Cumhuriyet Gazetesi’nin 3.11.1930 tarihli başyazısı şöyle başlıyordu; “Modern devlet tam sözü ile hâkim bir müessesedir. İçilen suya, oturulan yere, tavanın yüksekliğine, pencerenin genişliğine hulasa her şeye karışır.”

 

Tanım doğru. Çünkü modern devlet, adına resmen vatandaş dediği insanları gerçekte birer hükümranlık nesnesi olarak, yani üzerinde kayıtsız şartsız hüküm yürüteceği bir yığın olarak görerek işe başladı.

 

Dönemin ulus devletçi sistemlerine bakıldığında, devlete göbekten bağlı, itaatkâr, uysal ve tek-tip vatandaş oluşturma yönünde de birtakım mekanizmalar geliştirdiler.

 

Bu süreçte kendini halkın üstünde gören; halka ait değerleri aşağılayan, milletle arasına her açıdan ayrıcalık ve farklılık koyan, elitist tavırlar içerisindeki bir bürokratik vesayet sistemi de işletilmeye çalışıldı.

 

Erdoğan son 18 yıldır; “Biz bu millete efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik" diyerek işte bu eski anlayışa/sisteme karşı mücadele etti.

 

Malum eski dönem bürokratları her nerede bir başörtülü görse onu azarlar ve ortamdan kovarlardı. Çünkü devletimizin son elli yıldır üzerinde titizlikle durduğu şey; kılık-kıyafet ve davranışlar oldu.

Bir türlü aşamadık bunu.

 

Öyle ki memurların kılık kıyafet yönetmeliklerinde; “Kulak ortasından aşağıda favori bırakılmaz. Saçlar, kulağı kapatmayacak biçimde ve normal duruşta enseden gömlek yakasını aşmayacak şekilde uzatılabilir. Bıyık tabii olarak bırakılır, uzunluğu üst dudak boyunu geçemez. Üstten alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olur…” denilerek bir kalıp belirlendi.

 

Buna aykırılık her zaman devlete yani otoriteye yani kutsala bir saygısızlık olarak telakki edildi. İşte biz bu eski anlayışa karşı mücadele etmiyor muyuz?

 

Oysa devlet, yapılan hizmete, üretime ve kaliteye bakmalıdır. Çünkü bizim düsturumuz; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturudur.

Buradaki insan da illa başörtülülere yönelik olduğunda aklınıza gelmesin…