Dava adamı olmak ve yetiştirmek...

          Bilen bilir aslında eskiden beri Kurban bayramları dolayısıyla bayram namazlarında ve hutbe esnasında okunan bir ayet vardır.‘’Deki Benim namazım, bütün ibadetlerim (kurbanım), Hayatım ve Ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah içindir.’’ En’am 162. Bir yönü ile Kurban’dan bahsettiği için minber ve kürsülerden paylaşılır bu ayet. Nüsük ifadesi genel anlamda feda etmeyi ve vazgeçişi ifadelendirmesi bakımından tüm ibadetleri anlatırken özelde ise Kurban olarak anlaşılması mümkündür.

          Ben bu ayeti ilk defa bir arkadaşımın düğününde duymuş ve öğrenmiştim. Daha sonra hayatımda çok büyük tesiri olacağını tahmin etsem de ayet beni düşünebileceğimin ötesinde müthiş bir şekilde etkilemişti. Müslüman adamın evliliği bile Alemlerin Rabbi Allah için olabiliyor / olmalı demek ki. Müslümanın her eylemi sadece Allah Rızası içindir zaten normalde. Böyle olunca da her müslüman birer adanmış dava adamı, dininin hem yaşayan müntesibi hem anlatan mübelliği’dir. Adanmışlık ile Atanmışlık arası geçişte başlar değişim bir çok açıdan. Hiç gereksiz yere daha önce eleştirdiği baskıcı sistemin değerlerini benimsemeye ve uyduruk bayramlarını kutlamaya başlar.

          Şimdi normalde Rıza-i Bari’yi arayan ifadesinin üzerinde durmaya gerek yok anlatılmak istenen hasıl oldu diyerek kısadan geçiyoruz asıl meselemize. Dolayısıyla her anı Rıza aramak olan mü’min bir kadın ve erkeğin dünyada her şeye rağmen ulaşmak isteyeceği bir makam ve mevki bulmak pek mümkün değildir. Dolayısıyla onu satın almak ya da kullanmak mümkün değildir. O zaman az bir bedel karşılığı satılan ya fikren müslüman değil ya da dininin gereklerinin farkında değil. Konu satılmışlar ve ya paralı askerlerden oluşan deaş vb sapkın yapılar falan değil. Aslında onun bile bir fikir ve inanç kaynağı ve merkezi varsa o da tam da bu noktadır. Satılık olma ya da satın alınabilirlik. İhanet çetesinin en temel motivasyonunun da bu ve benzeri etkenler olduğunu düşünürsek gerisi izahtan varestedir.

          Tabii olarak bu duygu ve hırsın işgali tüm milletlerde olduğu gibi bizde de Tiranlaşmalara sebep olmaktadır. Bu Tiranlaşma Modern çağda Avrupa’da Mussolini, Hitler, Tito ve Enver Hoca gibi isimleri ürettiği gibi Rusya’da Lenin, Stalin, Çinde Mao, Küba’da Fidel Kastro, Mısır’da Enver Sedat, Cemal Abdunnasır, Irakta Saddam ve Türkiye’de ise malum isim ve kesim. Öyle ise Tiranlaşma ya da diğer ismiyle Monarşik veya oligarşik monarşik bir yönetim biçimi ile zulüm düzeni işletilmeye ve halklar sömürülmeye devam edile gelmiştir. Bu tarz yönetimlerin arkasında doyumsuz bireysel iştiha olduğu kadar doyumsuz sömürü düzeninin açgözlülüğünün de olduğu söylenebilir. Bu duruma ilk defa baş kaldıran bir kişi olarak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tüm islam aleminin kahramanı haline gelmiştir. Halkın ve Hakkın kahramanları ile zulmün ve sömürünün kahramanlarının çatışmasına tanık olmaya devam edecek dünya bundan sonra da. Tıpkı 2. Abdulhamit döneminde olduğu gibi.

          Tüm insanlık tarihi boyunca Firavunlar, Nemrutlar yer etmiş zihinlere. Bir olanı anlamayınca veya tanımayınca ortaya çıkan bir saplantı olarak var olagelmişlerdir bu tür kul ve kıl tanrılar. Bunlar tanrılıklarını kabul ettirmek için hiç bir tanrı anlayışında olmayan zalimlikle yol bulmayı denerler. Tanrı olmadan önce yani sıradan insan olduklarını düşündükleri zamanların kul ve kıl tanrılarına kulluk etmekten geri durmamışlardır. Onun içinde ‘’Benim sizden neyim eksik ki benden öncekilere benim taptığım gibi siz de bana tapmıyorsunuz’’ demeye getirirler bir nevi.

          Avrupa din ile insan ve tabiat adına hesaplaşırken Tanrı’yı ve dini kelepçelemiş ve onun yerine İnsan ve Aklı yerleştirmiştir. Kendi iç fikir çatışmalarını dışarıya aksettirirken bu insan tanrılaşma serüveninin devam bölümleri için materyal oluşturmuştur. Yani oradan neşet eden Tanrı karşıtlığı fikrinin yerini İnsan Tanrı algısı içerisinde tekrar hortlatan sosyalist devrim canavarı bir din ve Lenin ve Mao ise yerel Tanrılar olarak arzı endam etmişlerdir.

          Peygamber olan Hz. İsa’yı tanrılaştırma eyleminin de temel fikir babası Avrupa olmuş ve Yunan ve Roma temelli eski dini inançları ile bir karma yaparak yepyeni bir din ortaya çıkarmıştır. Hz. İsa döneminde İslam olan din artık Hristiyanlık oluvermiş ve Tevhid’den Teslise rücu etmiştir. İşte tam da burada yeri gelmişken dava adamının ne işi olur put ile falan diyenlere gelelim. Hz. İsa asla ve asla Tanrılık iddiasında bulunmamış ve Ben Allahın kulu ve elçisiyim demişti. Ne hayatta iken ne de daha sonra yani vefatının ardından tanrılaştırılmasına razı da olmamıştır çünkü o bir Peygamberdir. Bundan dolayı Peygamberimiz bizi uyarır ve ‘’Kabirleri Mescid edinmeyin; İsrail oğulları peygamberlerini rab edindiler’’ demek suretiyle ümmetini uyarmıştır. Tarihte Buda ve benzeri bazı isimlerin bölgesel nebiler olabileceği ihtimali dahi konuşulduğuna göre putlaştırılan başka nebi ya da dava adamları da olabilir demek ki. Brahmanizm için bir arkadaş İbrahim ismine benzerliği üzerinde durmuştu. Yani İbrahimi bir dinin dönüşerek bozularak ortaya çıkarılmış bir din olma ihtimali. Evet elbette mümkün. İbrahim (A.S.) ‘ın kendi ülkesinde ki Mekke’ de ki insanların bile puta tapmaya başladığı düşünülünce…

          Din ile alakası olmadan yani sosyal itişmeler dolayısıyla yoğun umut kaynağı haline gelen ve ya getirilen kişiler de bir müddet sonra bu ihtiyacın karşılanmasını bir din kendini de o dinin sahibi Tanrı olarak görmeye başladığı durumlar da söz konusu olabilir. Peki Müslüman bir lider veya önder bu durumda ne yapar veya ne yapmalıdır. Kendisine fısıldayan hakiki şeytan ve insanlardan dostları kulağına tıslayacaktır SEN! SEN! SEN! O da doğal tesir neticesi gizli ego tatminleri dolayısıyla kendi adına elbette Tanrısallık katmadan bir kutsiyet atfedecektir. Şu kadar emek ve ya ilk defa kuruculuk vb. Adını ne koyarsa koysun bir yerde zulüm varsa orada İslam yoktur. Ne adıyla ne de müesseseleriyle orada değildir demektir bu. Despotlaşan ya da Putlaşan hiç bir kişi ya da güç İslam değildir.

          Müslüman olduğu halde bir yerde kendisinden başka lider şahsiyetlerin, fikir sahiplerinin bulunmasına dahi tahammül edemeyenlerin önünün açılmasının sorumluları yine kendi tebalarıdır. İlk yanlışı yaptığı zaman ayağa kalkıp bunu yapamazsın diyerek zor olanı göze alsaydı birkaç kişi; muhatap zalimleşmeden iş rayına konmuş olurdu. Burada mühim bir hadis-i şerif akla gelir. Allah Rasulü bir gün buyurur ki;

          - Zalim de olsa mazlum da olsa müslüman kardeşinize yardım edin. Sahabe;

          -Ya Rasulellah Mazlum tamam da Zalime nasıl yardım ederiz? Bunun üzerine Kainatın Efendisi;

          -Kardeşinizin zulmüne mani olarak buyurur.

          Kim olursa olsun zalimleşmenin sonrasında ki adım ilahlık iddiasıdır. Hiç bir Firavun yada Nemrut ilahlık iddiası ederken kendi başına hareket etmemiştir. Mutlaka beraberlerinde onu destekleyen ve ya ona bu aklı veren ya da bu uyduruk dinin diğer kurallarını tanzim eden Bel’amları olmuştur. İşte modern zamanların müstekbir güçleri ve müslümanların başına bela ettikleri tüm yerel müstekbirlerin beslendiği alan bu ve benzeri kodlardır. Büyük boyutta ki müstekbir devlet ricali küçük boyutta ise cemaat, dernek ve Stk kurucu ve ya temsilcileri. Güç ile beraber yaşanan zalim ve ben merkezli olma dönüşüm ve değişimi her alan daralmasında artarak devam etmektedir.

          Gelelim dava adamlığından Putlaşmaya… Putlaşma ya da putlaştırma kimi zaman malum şahıs hayatta iken kimi zaman ölümden sonra gerçekleşir. Kimi zaman dışarıdan bir talep ve arayışla kimi zaman şahsın kendi arayış ve zorlamaları ile ortaya çıkar. Birilerini putlaştıracak kadar zayıf şuur sahipleri zamanla kendini putlaştırma fikrinin cazibesine kapılır. Gerçek anlamda İslami edep ve adap sahibi olamamış, Vahdaniyet ve uluhiyetin yegane sahibinin Allah olduğunu şuur altına iterek gizlemiş ve nefsani doyumsuzluğunu tatmin uğruna Allahı ve Ahireti hem anlatıp hem unutarak yol almayı başarabilen tipik şizofrenik bir vakadır normal şartlarda bu tipler.

          Kendi oluşturduğu ekibe zulümle başlar bunların bozulma süreçleri. FETÖ’den dışlanan eski en kıymetlilerin anlattıkları ve zamanla yürütülen itibarsızlaştırma süreçleri en bariz örnektir buna.Yakın çevrede bulunanlar baskıları kabullendikçe kendinde daha çok keramet aramaya başlayan böyle ahmak liderler gemi azıya bundan sonra almaya başlarlar. Ekibinde bulunanlar kendilerini korumak ve üzerlerinde baskıyı azaltmak arzusuyla lideri tatmin için tebaya zulme başlarlar. Bu zincir en alt makama kadar devam eder gider. Onun için muhtar olan kişi kalkıp ‘’daha düne kadar ben de sizin gibi normal insandım’’ der ve toplum ile ona en yakın makam sahibinin konum ayrıştırmasının en güzel örneğini verir.

          Onun için Hz. Ömer sadece bir ütopya gibi anlatılır ve gerçek hayatta yaşamasına, bireyler tarafından örnek alınmak suretiyle yaşatılmasına asla izin verilmez. Kurduğu yada emek verdiği yapının mutlak surette hakimi olma arzusu ve gayesi uğruna artları sıra zayıf karakterleri o makam ve mevkilere emanetçi bırakmanın arkasında ki gaye ise müntesiplerin şükran duygusunu ebediyyen kendi üzerinde tutmayı başarma arzusudur. Bu da yine müstekbirleşmenin önünü açan bir yoldur. Kişi ölümlü olduğunu ve hedeflerinin ya da başarılarının hatta bedeninin geçici olduğu şuuruna varmış olsa bu tür gereksiz ve sonuçta insanı yoldan çıkmaya kadar götüren bu davranışlara hiç tevessül etmeyecek ve haline razı olmayı öğrenecektir.

          Haline razı olmak ise en büyük şükür ve kulluk makamı olacaktır. Belki tarihte akıllara kazınmış bir çok manevi büyüğün riyazetinde en büyük paya sahip olan şeyin rıza olma ihtimalinin yüksekliğini ifade etmekte yarar vardır. Çünkü Allahın kendilerinden razı oldukları ve onların da Allah’tan razı oldukları ifadesini barındıran ayeti kerime var. Razı olmak ve kullukta ber devam olmak kişiyi en yüksek düzeyde koruyacaktır müstekbirleşmekten ve nefsine tazim edilmesini beklemekten.

          Dava adamına yakışan zamanı geldiğinde vazife düştüğünde Allah’ın rızasını celbedecek şekilde hizmet etmek ve yine zamanı geldiğinde vazifeyi yeni nesillere zahmetsizce devredebilmektir. Kendinden sonra gelenin ehliyeti ve liyakati konusunda ki hassasiyeti ümmet adına denetleyip sonrasında halefine yardımcı olmaktır. Bu kendisinin hayırla anılması için olduğu kadar nefsinin yoldan çıkmaması ve yaptığı hayırlı hizmetlerin ecrinin zayi olmamasını temin edecektir.

          Ne mutlu böyle öncüler ve seleflere…

          Ne mutlu bu öncülerin haleflerine…

          Putlaşmamak için direnen bilince selam olsun binlerce…

          Bütün işleri, yaşaması ve ölümü Allah için olanlara selam olsun…

          Not: Gizli buzlanmaya benzeyen bir de gizli putlaştırma var. O da hayatı boyunca hiç oy vermemişlerin Rahmetli Erbakan hocanın sözlerini paylaşmaları. Samimi olarak yolundan gidenler için bu risk bulunmamaktadır.

          Vesselam

          Selehattin DUMAN

          Eğitim Bir Sen İst. Bir Nl. Şb. Bşk. Yrd.

          03.09.2017 03.09