Ortaokulda öğrenci olduğum yıllarda bir öğretmenimiz: “Medine demek, medeni olmak demektir.” ifadesini kullanmıştı. Medine, ilk kurulduğu yıllarda Arabistan’da muhtemelen en fazla kent kültürünü yaşayan, kentli olan şehirdi. Tarih öğretmenimiz: “İlk yerleşik hayat geçen Türkler, Uygur Türkleridir. “Uygar” kavramı da oradan gelir. Türkler göçer olmaktan vazgeçip yerleşik hayata geçmesiyle medeniyet inşasına da başlamıştır.” ifadesini kullanmıştı. Daha sonraki eğitim yaşantımda sosyoloji okumalarımda bu ifadeleri destekleyen ve reddeden literatüre ulaşmama rağmen, medeniyet tasavvurunun farklı anlaşıldığı ya da algılandığı dikkatimi çekti. Aslında ne Orta Asya bozkırlarında ne de kıta Avrupası’nda 1766 yılına kadar medeniyet kavramı literatürde hiç kullanılmadığını fark ettim. Medeniyet (civilisation) ilk kez Fransızcada Mirabeau tarafından literatüre kazandırılmış, tamamen bir Fransız aydınlanmasının ürünü olan bir kavramdır. Medeniyet, Fransız devrimi ve yansımalarından ayrı bir şekilde ele alınıp tartışılması da imkânsızdır (Dellaloğlu, 2020, s. 33).

Medeniyet oturmayı, kalkmayı bilmek, toplum içinde nasıl davranılacağını öğrenmek, kent kültürüne entegre olup, kentli gibi yaşamaktır. Medeniyet kavramı, bilimin ve teknolojinin de gelişmesiyle birlikte kent kültüründe daha ilkeli, daha kurallı, daha demokratik ve daha fazla hukukun üstünlüğüne inanan ve bunu da yaşam biçimi haline getiren bir oluşumu ifade eder. Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nda kullandığı şu ifadeler dikkat çekicidir:
"Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar/ ''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?" Batı Medeniyetini "tek dişi kalmış canavar" olarak gösteren Akif'i eleştirenler olmuştur. Ona medeniyet karşıtı, geri kafalı, tutucu diyenler az değildir. Akif'in "canavar" olarak nitelediği, Avrupa'nın bilimi, sanatı, edebiyatı veya teknolojisi değildir. Çabuk gelişen sanayisine ham madde ve ürünlerine Pazar bulmak için giriştiği insanlık dışı hareketlerdir (Demirci, 2021). Başka bir anlatımla, Avrupa’nın söylemi ile eyleminin örtüşmemesi, medeniyet adına ortaya koydukları iddialarla çelişmesidir.

Medeniyet, halktan kopuk aristokratların, saraydaki üst düzey yönetim sınıfının yaşam tarzıdır. Bu sebeple medeniyet ya da Türkçe tabiri ile “Adabı Muaşeret” saray kökenlidir. Bu sebeple medeniyet bir halk hareketi değil, aristokrat ve saraylı sınıfın eylemidir. Örneğin, çatal ilk defa 14. yüzyılda Roma’da icat edilmiş ama itibar görmemiştir. Çatalı ilk defa Fransız kraliyet ailesi sarayda kullanmış, saraydan burjuva sınıfı almış, daha sonra da sofralarda çatal kullanımı, halka kadar inmiştir. Medeniyeti yaratan saray, saraydaki oluşumu halka indiren burjuva sınıfıdır. Osmanlı devlet geleneğinde burjuva sınıfı oluşmadığı için, sarayın yaşam biçimi halka intikal etmemiş, halka intikal etmediği için güçlü bir medeniyet tasavvurunun ortaya çıkmadığı ileri sürülebilir.

Türk devlet geleneğinin özünde Fransız etkisi görülür. Fransızlar 1789 Fransız İhtilali’ni yapmış, yeni ilke ve kurallarla devlet kurmuşlardır. Fransız İhtilali, Fransa sınırları içerisinde kalmamış, çok uluslu devletlerin yıkılmasına, milliyetçilik akımlarının güçlenmesine sebep olmuştur. Fransız devlet geleneğinin özünde devrim, İngiliz devlet geleneğinin özünde evrim vardır. Osmanlının son dönemlerinde Batı ülkelerini model alanlar, Fransız yanlısı olduğu için devrimi esas almışlardır. Hatta Türkiye’de sık sık yaşanan askeri darbelerin özünde Fransız modelinin etkisi olduğu ifade edilebilir. İngiliz modeli evrimi esas aldığı için kraliyet ailesini yıkmadan parlamentoyu güçlendirmiş, gelenek ile gelecek arasında bir köprü kurmuştur. İngiltere’nin anayasası olmamasına rağmen, iç karışıklık ve kaos yaşanmaz. Çünkü İngiliz Kralı, seçimlerde en yüksek oy alan parti liderine hükümeti kurma görevi verir. En düşük oy alana hükümeti kurma görevi verirse, bilir ki, bir gün sonra İngiliz kamuoyunda statüsü tartışılmaya başlanır. Mehmet Turgut’un İngiliz ve Fransız modelinden bahsettiği “Japon Mucizesi ve Türkiye” adlı eserinde, Türkiye’dekiler Fransız modelini, Japonlar ise İngiliz modelini tercih etti. Fransız modeli, önce Batılılaş sonra sanayileş, İngiliz modeli ise önce sanayileş sonra Batılılaş tezini ileri sürüyordu. Burada ele alınması gereken konu aslında bazı ülkelerinin Batılılaşması ve modernleşme sürecidir. Bu ülkeler Batılılaşır, modernleşir ama asla medeniyet üretemezler. Çünkü o ülkelerde yerleşik bir burjuvazi yoktur. Bir ülkenin, sınıfın, ürettikleri alınabilir ama bizatihi medeniyeti alınamaz (Dellaloğlu, 2020, s. 43).

Medeniyet ile eğitim ilişkisi incelendiğinde, “Yumurta – Tavuk İlişkisi” ortaya çıkmaktadır. Eğitim mi medeniyeti etkiler, ortaya çıkarır yoksa medeniyet mi eğitimin biçimini şeklini etkileyip kendisine uygun bir ortam yaratmaktadır? Aslında medeniyetin menşei saray ve elit tabaka olduğu için, elit tabakaya yaratılan ortam ve verilen eğitimin, medeniyeti ortaya çıkardığı görülmektedir. Bu duruma değişimin yönetimi bağlamında yaklaştığınızda, değişim yukarıdan aşağıya doğru bir yön izler. Önce üst yönetim değişir, daha sonra da değişim aşağıya doğru hareket eder. Yaratılan medeniyet tasavvurunun devamı için eğitim işe koşulup, medeniyeti öğrenen ve yaşam biçimi haline getiren bir toplum inşa edilir. Aslında “Habitus Kuramı” bağlamında yaklaşıldığında yaratılan habitat, istendik davranışlar için bir yaşam alanı oluşturur. Bir ülkede kanun koyucular istedikleri kanunu meclisten çıkarabilir, istemedikleri kanunu yürürlükten kaldırabilirler. Eğer toplumda bir habitat, Kanon ve müfredat oluşmamışsa, yerleşik bir paradigma haline gelmesi sorunlu hâle gelir. Bu yüzden bazı kanunların ülkemizde müfredatı oluşmadığı için uygulamasında sorun yaşanır.

Eğitim yöneticileri, okul yöneticileri, müfredat, okul iklimi, kültürü gibi bileşenler bir araya geldiğinde, okul ortamında güçlü medeniyet tasavvuruna uygun ortam yaratmaları gerekir. Eğer okulda öğrenmeye, öğrenmeyi üst değer haline getirmeye dayalı bir habitat oluşmamışsa, okulda öğrenilenler sınıf geçmek ve diploma almak şeklinde basit hedeflere sıkışmak zorunda kalır. Bilim ve teknolojide ivme kateden ülkelerin geçmişleri incelendiğinde medeniyet kavramını modernleşme ve Batılılaşma kavramlarıyla sınırlandırmadıkları, bilakis medeniyet yarattıklarını görmek mümkündür. Amerika’daki silikon vadisi bir habitattır. Yeni fikri ve projesi olanlar buraya gidip, projelerini satarlar. Böylece güçlü bir sinerji meydana gelir. Bu sinerjiyi, habitatı yaratamayan ülkeler ise beyin göçü sorunu ile karşı karşıya kalırlar.

Sonuç olarak kırsal alan kültürü baskın yaşamak, medeniyete kafa tutmak, meydan okumaktır. Köye has olan, köyde yaşananlar medeniyet değil kültürdür. Medeniyet tüm dünyaya önerilen, yaşam biçimi hâline gelen şeylerdir. Sekiz milyar insanın yaşadığı dünyada medeniyet adına ürettiklerini uluslar sorgulamalıdır. Türk toplumuma ait “Yoğurt”, “ayran”, “dolmuş” gibi kavramların uluslararası literatüre girmiş olması medeniyet içerisinde değerlendirilebilir. Eğitim kültürü güçlendirmek, güçlenen kültürü ve teknolojiyi evrensel hale getirmekle sorumludur. Bu bağlamda eğitim hem medeniyetin öğrenilmesinden hem de üretilmesinden sorumludur. Burjuva sınıfı olmayan toplumlarda sanat, spor, bilim gelişse de kadük kalır. Salyangoz ticareti yaparak zengin olmuş eğitimsiz bir kişinin, ünlü bir tabloya bir milyon vererek salt gösteriş olsun diye almış olması, onun burjuva olduğunu göstermez. Avrupa’da Jan Jak Russo, Max Weber, Emile Durkheim gibi yüzlerce bilim ve sanat insanını destekleyen, sponsor olan burjuva sınıfı vardır. Eğer Batı’nın burjuva sınıfı bu özveride bulunmamış olsaydı, Batı Ortaçağ karanlığında, kilisenin baskısı altında hâlâ daha inim inim inliyor olurdu.

Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU

Kaynakça

Dellaloğlu, B. (2020). Poetik ve politik. İstanbul: Timaş.

Demirci, M. (2021). Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. https://www.yeniasir.com.tr/yazarlar/mehmet.demirci/2021/03/22/medeniyet-dedigin-tek-disi-kalmis-canavar (Erişim tarihi: 08.10.2021).

Turgut, M. (1994). Japon mucizesi ve Türkiye. İstanbul: iş Bankası Yayınları.