Üniversite bileşenlerinin istemediği ve akademik üretim geçmişi yetersiz olan isimlerin tepeden inme şekilde dekan/rektör yapılmasıyla, apartman üniversitelerinin mantar gibi türetilmesiyle, en ufak bir muhalif bakış açısına soruşturmalarla cevap verilerek öğrenci ve akademisyenleri yıldırma politikası sürdürülmesiyle cılızlaştırılan Türkiye akademisi, neredeyse her gün yeni bir utanç haberiyle gündeme gelmektedir.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü'nde görev yapan Prof. Dr. Bülent Arı’nın, Kocaeli Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak görev yapan eski öğrencisi S.K'nin üniversitedeki odasına giderek tehdit ve sözlü tacizde bulunduğu iddiaları gelinen noktanın en vurucu ve güncel örneklerinden olmuştur.
Bu vahim iddiaların ardından Arı gözaltına alınmış olsa da, benzerleri ne yazık ki defalarca üniversitelerimizde yaşandığı için münferit sayılamayacak bu olay, üniversitelerimizin geldiği noktaya mercek tutmuştur.
Akademinin en saygın mertebelerinden biri olan “profesör” unvanı verilen bir şahsın, üniversitede bir kadın öğretim görevlisinin üstüne yürüyüp, “Benim olacaksın, benimle evleneceksin, yoksa seni işsiz bırakırım” diye tehdit ettiği iddia edilmesinden daha acı olan ise böyle çağdışı davranışları sergileyebilecek bir şahsın, AKP döneminde akademinin “makbul” isimlerinden biri olarak öne çıkarılmasıdır.
Katıldığı bir TV programında “Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor, ben her zaman cahil halka güvendim” dediği için gelen tepkiler üzerine Sabahattin Zaim Üniversitesi’ndeki rektör yardımcılığı görevinden istifa etmek zorunda kalan bu şahsın, kendisi herhangi bir gerçek denetimden geçemeyecek haliyle Yükseköğretim Kurulu’nda (YÖK) Denetleme Kurulu üyeliği yapmış olması da rezaletin başka bir boyutudur.
Dolayısıyla tek başına bu olay bile, AKP’nin üniversitelerin yapılarını baskıyla şekillendirdiği son 20 yıl içerisinde sadece dekan ve rektörlere şüpheyle bakmanın yetmeyeceğini; tüm unvanların nasıl dağıtıldığının da incelenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Toplumdaki okuma oranının artmasından rahatsız olan, bir kadının üzerine yürümeyi kendisine hak sayan, bir şekilde ele geçirdiği makam ya da unvanı suistimal eden bir zihniyetin, normalde kapısından giremeyeceği üniversitelerin kıdemlileri haline getirilmeleri kabul edilemez!  
Türkiye’nin son yıllarda Dünyanın en başarılı 500 üniversitesi listesine neden giremediğini soranlar; cevabı bilimin, aklın, özgür düşüncenin yuvası olması gereken; özerk, bağımsız ve çağdaş formda kalmaları sağlanması şartken sistematik olarak gericileştirilen üniversitelerimizin getirildiği bu rezalet halde aramalıdır.
Başöğretmen’in eğitim neferleri olarak, Eğitim-İş olarak bu skandalın takipçisi olacağımızı ilan ediyor, çözümün sineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmaktan geçtiğinin ve bunun da tek yolunun liyakati sağlamak olduğunun altını çiziyoruz.

                                                                                                                           

                                                                                                                                                                                                                                                       MERKEZ YÖNETİM KURULU