Eğitim-Bir-Sen Erzincan Şubesi’nin İl Divan Kurulu Toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya katılan Genel Başkan Yardımcısı Şükrü Kolukısa sendikacılığın önemini ve Türkiye’de ki gelişim sürecini anlattı.

Memur-Sen Konfederasyonu’na bağlı Eğitimciler Birliği Sendikası (Eğitim-Bir-Sen) Erzincan Şubesi’nin İl Divan Kurulu Toplantısı, Erzincan’da bir otelde gerçekleştirildi. Kuran-ı Kerim okunmasıyla başlayan programda açılış konuşmasını yapan Eğitim-Bir-Sen Erzincan Şube Başkanı Nebi Gül’ün ardından söz alan Genel Başkan Yardımcısı Şükrü Kolukısa sendikacılığın önemine değinerek, “Sendikacılık, bu dünyadaki belki de en zor işlerden birisi. Bizim gibi hayatı iki boyutuyla gören, asla maddiyata indirgemeyen, manevi değerlerine önem veren kurum ve kuruluşlar ve teşkilatlar için hem bu dünyamızı imar etmenin hem de ahiretimizi mamur etmenin en önemli araçlarından birisidir. Zaman ayırıyoruz, sabrediyoruz, metanet gösteriyoruz, eşimize çocuklarımıza göstermediğimiz hoşgörüyü gösteriyoruz. Hayatımızda bir kere gördüğümüz insanların dertleriyle dertleniyoruz. Zamanımızı başka insanlar için kullanıyoruz. Başkaları için yaşıyoruz. Biz sendikacılığı iki kapısı için yapıyoruz. Birincisi üyelerimiz için refah kapısı diğeri ise tüm insanlık için felah kapısı olarak görüyoruz.” dedi.

Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Yardımcısı Şükrü Kolukısa sendikacılığın Türkiye’de ki ve diğer dış devletlerde ki tarihinden ve gelişiminden bahsederek, “Sendikacılık tüm dünyada kapitalist düzenin, sömürünün, endüstriyel ilişkilerin, alın terinin, emeğin değerinin bilinmediği hakkının verilmediği, çalışanın emeğinin karşılığını alabilmek için patrondan bir şekilde bunu koparacak bir mekanizma üretmek buna mecbur olmanın tonunda bulunmuş bir örgütlenme biçimidir. Tüm dünyada ki tarihi yaklaşık 300 yıldır, sanayi devrimiyle birlikte özellikle liman işçilerinin İngiltere’de ki hareketleriyle, Fransa’da Almanya’da mayalanmış Amerika’da gelişmiş daha sonra da tüm dünya ya yayılmış, çok etkili bir yol, çok güçlü bir yöntem çok iyi bir baskı aracıdır. Bizim ülkemizde ise maalesef sendikacılığın tarihi bu kadar derin, geçmişi bu jadar zengin tecrübesi bu kadar fazla değildir. Bu yüzden imzaladığımız toplu sözleşmeleri aşağıya izah etmemiz için bu tarihsel açığımızı kapatmak zorundayız. Bizler toplu sözleşme masasına oturdukça, üyelerimiz toplu sözleşmelere şahit oldukça, toplu sözleşme en az 50 yılını devirdikten sonra belki bir şeyleri izah etmek, anlamak, manalandırmak daha kolay olacaktır. Bizim ülkemizde sendikacılık deyince sadece işçilere tanınan onunda sınırları çizilen kamu görevlilerine yani memurlara ise üsttekilerin ve karşımızdakilerin örgütlenmeyi despotik bir şey hiyerarşiye karşı gelebilecek bir mekanizma, can sıkacak keyif bozacak bir araç olduğu düşünüldüğü için kamu görevlilerine sendika örgütlenme hakkı verilmemiştir. Sadece ülkemizde darbe oldukça bazı darbeciler darbelerinin üstünü örtmek için demokrasi müsameresi yaparken içine de batılı ülkelere öykünerek sendikal örgütlenme hakkı vermiş gibi yapmışlar, ilk fırsatta da budamış atmışlar. Yeniden kapatmışlar, sürgüne göndermişler ya da mal varlıklarına el koymuşlar. Yani bu ülkede insanlar sendikacılık yapmak istemediği için değil hak aramak için bir örgüt kurmayı akıl edemedikleri için değil, merkeziyetçi baskıcı yapı bu ülkede kamu görevlilerinin kendi hiyerarşik yapılarına karşı örgütlenmesini istemediği için kamu görevlilerine sendikanın örgütlenme hakkı verilmemiştir. O yüzden biz 1992 de Eğitim-Bir-Sen’i kurduğumuzda rahmetli genel başkanımız 14 arkadaşıyla yola çıktığında bizim adımız sendikaydı ama resmiyette karşılığımız dernekti. Abilerimiz bilir, üyelerimizin fedakârlıklarıyla ayakta durmaya çalışan, çay ve şeker parasını üyelerinin karşıladığı bütçeyi fedakar insanların oluşturduğu bir yapıydı.” diye konuştu.

Kolukısa konuşasının devamında, “İdeallerimiz en büyük azığımızdı, bu ülkede hatır sahibi olmamıza rağmen, ötekileştirilmemizin inandığımız gibi yaşayamıyor olmanın elimizden alınmış değerlerin yeniden tahkimi için sahip çıkılabilmesi için sesimizin yükseltilebilmesi için hakkımızın bir şekilde aranması için bizim kaderimizi çocuklarımızın yaşamaması için bizim bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Abilerimizin bir adım atması gerekiyordu. Ankara’da külliyede bir beyaz saray apartmanın küçücük dairesinde bir masadan ve bir sandalyeden ibaret olan sendika bugün tüm Türkiye’de şubelerine mülk aldı, ve şubelerinin her derdine yetişmeye çalışan cesareti büyük bir sendikaya dönüştü. O gün atıldığında küçükmüş gibi görünen adımın aslanda ne kadar büyük bir adım olduğu ancak bugün anlaşılabildi. Kamu görevlileri sendikacılığının artıları ve eksileri var. Bunlara bizim sendika yöneticileri olarak çok iyi kafa yormamız geçmiştin ders almamız, geçmişte yaşadıklarımı unutmamamız dün ile bugün arasında bağ kurarak gelecekle ilgili tasavvurlarımızı yapmamız lazım. Bir ülkede siyaset birçok şeyi belirler. Siyasetin belirleyici olduğu bir yerde siyaseti şekillendiren güç milletin iradesi değilse ülkede 10 yılda bir darbe oluyorsa, ülkede zenginler her geçen gün daha zengin, fakirler her geçen gün daha fakir oluyorsa çalışanlar emeğinin karşılığını alamıyorsa, ülkedeki bazı kurum ve kuruluşlar milletin lehine hizmet üretmek için değil milletin aleyhine çorap örmek için bir yerlerden emir ve talimat alıyorsa Eğitim-Bir-Sen gibi kurum ve kuruşların her türlü hesabını çok iyi yapması lazım.

Çünkü biz biliyoruz ki bu ülkede milletin iradesi geçerli olmazsa cari olan hükümeti millet tescil etmezse milletin iradesinin dışında gerçekleşecek her türlü yönetim mutlaka bizim aleyhimize olacaktır. Biz bunu geçmişimizde gördük ve yaşadık. O yüzden ülkede sendikacılık daha çocukluk evresi yaşamaktadır. Şunu gözden kaçırmamamız gerekiyor başka bir ülkede 300 yıllık tarihi olan sendikacılığın bu ülkede ki tarihi 30 yıllıktır. Toplu sözleşmeye geçtiğimiz tarihin 2011 yılı olduğu düşünülünce çok daha yeni bir tarihle karşı karşıyayız demektir. O yüzden bizim geçmişi unutmadan dünkü yaşadıklarımızın hatırımızdan çıkarmadan dün ile bugün geldiğimiz noktayı çok iyi görerek dünden ders alarak, bugün ile ilgili değerlendirmemizi objektif, yüzleşmemiz gereken şeylerden kaçmayarak, hasbi bir yüzleşme yaparak, geleceğe dair sağlam zeminde doğru adımlar atarak bu mücadeleyi daha da büyütmemiz lazım. Bu ülkenin çocukları olarak bu toprakların sahipleri olarak bu vatan için bir bedel ödenmesi gerektiğinde en önce sokaklara çıkan bir yapı olarak her türlü düşünceyi her türlü hesabı her türlü alternatifi çok iyi yapmamız lazım. Bizim en büyük gücümüz nedir, dünden bugüne hısımlarımızın hasımlarımızın değişmemiş olmuştur.

Biz bu konjonktürel zeminin üzerinde kendi iradesinin dışında sürüklenen bir teşkilat olamayız olmamalıyız. Nerede duracağımıza kendimiz karar vermemiz lazım. İstikametimizi kendimizin tayin etmesi lazım. O yüzden biz özgün ve özel bir teşkilat olarak kurulduğumuz günden bugüne attığımız adımlarla tutarlı, istikametinden asla şaşmayan her zaman gözünü medeniyet değerlerine dikmiş, medeni değerlerini ihya eden ve bütün her şeyi bunun üzerine inşa eden bir yapı olmamızı kararlı bir şekilde istikrarlı bir şekilde devam ettirmeliyiz. Ülkede bizim dışımızda gelişmeler olabilir. Ekonomik göstergeler yükselebilir, düşebilir, sosyolojik değişimler bazen lehimize bazen aleyhimize olabilir. Tüm bunları teyakkuz halinde okuyarak, değerlendirerek kendi geleceğimizi kendimiz tayin etmeliyiz. Biz yetkili sendika olacağımız zaman diliminde yaşadıklarımızı hatırlamamız gerekir diye düşünüyorum. Bizden önceki dönemlerde toplu sözleşme diye bir şey yoktu. Ne vardı, toplu görüşme vardı. 4688 sayılı sendika kanununda örgütlenme hakkıyla beraber kamu görevlilerine toplu görüşme hakkı verilmiştir. Toplu sözleşme hakkı değil. Toplu görüşmede yetkili sendikanın, yetkili konfederasyonun başkanları hükümetin karşısına oturuyor sadece rica edebiliyordu. Onunda herhangi bir hukuki bağlayıcılığı yoktu, imza altına alınan herhangi bir metin ya da belge söz konusu değildi. Yani sendikanın talebinin kamu işveren heyetini bağlayıcı hiç bir tarafı yoktu. Biz yetkili olduğumuzda bu toplu görüşmeye yasasını yasasıyla kamu görevlilerinin lehine hiçbir şey elde edemeyeceğimizi bildiğimiz için o dönemde yapılan referandumu bir fırsat bilerek bir çağrıda bulunduk. Gelin bu referandum toplumsal sözleşmenin ve toplu sözleşmenin yasası olsun. Burada hem biz toplu sözleşmeye hem de toplumsal sözleşmeye evet diyelim diyerek bir sendika kanununun orada revizyona uğrayarak toplu sözleşme yasasının çıkmasını talep ettik. Ve bununla ilgili de diğer konfederasyonlara bir çağrıda bulunduk. Diğer konfederasyonlar ezelden başlarının bağlı olduğu partilerin güdümünden çıkamadıkları için toplu sözleşme yasasının onaylanacağı referandumda hayır oyu kullandılar. Hayırda hayır vardır dediler.

Sendikacılığa kazanım getirecek, sendikacılığın elini güçlendirecek, Toplu sözleşme yasasına hayır verdiler. Şu anda toplu sözleşme yasasına hükümetin davetiyle ya da bu toplu sözleşmeler bizim çağrımızla masaya gelen arkadaşlar eğer toplu sözleşme esasına yasasına hayır diyen onlar değil de biz olsaydık onlar bizi öğretmenler odasına dahi almazlardı. Hiç kimseye sendikacılık namına bir şey anlatmamıza fırsat vermezlerdi. Ama bizler bunları çabuk unutuyoruz, çabuk unuttuğumuz için de hatırlatmakta geç kalıyoruz ya da hatırlatmıyoruz. Toplu sözleşme yasası çıktıktan sonra biz yetkili olduk, zaten ufukta yetki gördüğümüz için biz bu yasa için bu kadar direttik ve dayattık o zaman Ak parti hükümetine. Masaya oturduğumuz günden itibaren, biz altı tane toplu sözleşme masasında bizzat yetkili konfederasyon ve sendikalar olarak masaya oturduk. İmzaladıklarımız var, imzalamadıklarımızda var. İmzalamadığımızda hak ettiğimizi elde edemediğimizi düşündüğümüz için imzalamadık, imzaladığımızda da evet biz bunu imzalayabiliriz, mükemmel bulduğumuz için değil, çok güçlü bulduğumuz için değil, evet öyle bulduğumuz zamanlar da oldu, öyle olmadığı halde ülke gerçeklerini, onu kazanmadığınızdan karşılığında kaybedeceklerimizi görerek ve elde ettiğimiz serüvenlerden yola çıkarak, imza attıklarımız oldu. Şimdi biz geçmiş dönemde neler yaptık, işte başörtü meselesi vardı. Bizim insanımızın yaşayamadığı yaşadığında başına işlerin getirildiği sıkıntılı meselelerimiz vardı. Memuriyet, hükümetin A-4 kâğıdının içine sıkıştırdığı hiç kimsenin amirine ya da devlete karşı hakkını arayamadığı bir zeminden sendikacılık sayesinde artık her türlü hakkını arayabildiği bir anlayışa bir bakış açısına kavuştu.” ifadelerini kullandı.