Devleti bir üst çatı olarak gördüğümüzde onu oluşturan kurumların tek tek bakıldığında kendi görev tanımları olan ama Devlet çatı yapısına hizmet eden yapılar olarak tanımlamak gerekir. Bu yapılar özünde birbirlerine üstünlükleri olmayan kurumlardır. Ancak protokol kuralları gereği hiyerarşik sıralamaya konulabilirler. Ancak nedendir bilinmez Osmanlı’dan bu zamana, ve dahi öncesinden beri, bizim devlet kurumları arasında bazen gizli bazen de açık sürtüşmeler yaşanmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması esnasında top atışlarıyla öldürülen 70 bin Yeniçeri’yi topa tutan kurumdan tutun da bugün geldiğimiz noktada hukuk ve düzen kavramlarının bağlı olduğu üst düzey kurumların birbirlerine karşı tavırları maalesef Türk Devlet Geleneğinin bazı kurumların hormonlu şekilde güçlenmelerine izin verilmesi neticesinde aşırı güçlenen kuruma başka bir kurum eliyle halk ağzıyla “ayar verilmesine” neden olmaktadır.

Devlet erki içerisinde birbirlerinden ayrı alanlarda dizayn edilmiş, farklı çalışma alanlarında faaliyet gösteren kurumların ayrı ama birbirlerine faydalı ve muhtaç bir çalışma şeklinde hareket etmeleri gerekirken bir kurumun aşırı güçlenmesine izin verilmesi neticesinde Devlet içinde kendini Devlet kadar güçlü sanan kurumlar ortaya çıkmıştır. Zaman zaman seçilmiş hükümete dahi “ayar” vermeye kalkan bu kurumlar kendilerini devletin bekçiliği pozisyonunda görmektedirler. Ortalıkta dolaşan “Baba Devlet, Güçlü Devlet, Derin Devlet” benzeri mitler ise halkın devlete karşı bakış açısını sağlam tutmaya yarayan alt mesajlarla donatılmış algı çalışmalarıdır. Olgu uzun zamandır kurumlar arasında sağlıklı iletişimden yoksun zararlı bir güç mücadelesine dönüşmüştür. İktidarı ele geçirme sevdası darbelere, post-modern darbelere ve sosyal medya darbelerine neden olmuştur, olmaktadır.

Acemoğlu toplumun özgür ve refah düzeyi yüksek hale gelmesinde en temel etmenin devlet ile toplumun aynı beklenti – talep çizgisinde buluşması gerektiğini anlatır Dar Koridor’unda. Ona göre sağlıklı Leviathan’ın oluşumu Devlet ile toplumun ortak bir hukuk, düzen, özgürlük paradigmasına ulaşılmasına bağlıdır. Toplum Devlet’i kanun ve kurallar, Devlet de toplumu özgürlükler noktasında zorlarsa toplum ve devlet arasında çatışma hali başlar. Bizim 5.000 yıllık devlet geleneği dediğimiz gelenek aslında bu dengenin Han, Hakan, Kağan, Padişah, Cumhurbaşkanı, Başkan gibi devlet yöneticileri ile halk arasında imzalanan Türk milletinin karakteristik özellikleri çerçevesinde şekillenen yazılı olmayan bir anlaşmadır. Bu anlaşma metni özellikle Fransız İhtilali’ne kadar toplum yapısında yaşanan yavaş dönüşüme devletin de ayak uydurabiliyor olması nedeniyle (dönüşüm o kadar yavaş yaşandı ki uydurmasa dahi sorun yaşanmadı) devlet – toplum arasında bir çıkar çatışması yaşanmaması dolayısıyla fazlaca değişimemiştir.

özellikle öncelikli olarak Reform ve Rönesans hareketlerinin etkileri, sonrasında Fransız İhtilali Türk yönetim felsefesinde önce Tanzimat, Islahat gibi devletten topluma taleplerle değişikliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Dünyada yaşanan değişimlere eğitim seviyesi düşük halk muhafazakar (Kavram burada eskiyi muhafaza etmek isteyen anlamında kullanılmıştır. Toplumun genelinde anlaşıldığı şekliyle dindar kavramı ile alakası bulunmamaktadır.) yapısı nedeniyle ayak uydurmak istememiştir. Bunun en temel sebeplerinden birisi ise Türk aydınlanmasının halkın geneline yayılamadan dar, elitist bir yapı ile sınırlı kalmasıdır. Bu elitist yapının halkı küçümseyen ve kendini üstün gören yapısı ise Roma tarzı bir cumhuriyetçilik algısı oluşturmuştur. İşte bu noktada toplumun beklentisi ile devletin beklentisi çatışmaya başlamıştır. Devlet özellikle II. Osman döneminden itibaren tepeden inme ıslahatlarla halkı dönüştürmeye çalışmış ancak bu dönüşüm tabana yayılamamıştır.

Atatürk döneminde ise bu makas kapatılmaya çalışılsa da Kurucu’nun ölümüyle Türk aydınlanması yine bir grup seçkincinin eline kalmıştır. Köy enstitülerinin bu dönüşümün temel taşı olması planlansa da buraların siyasi bir kimliğe bürünmesi maalesef amaçlarına ulaşmaları önündeki en büyük engel olmuştur.

Devlet uzun zamandır toplumu kurgularken kendi içerisinde ya 1-2 kurumun ya da 1-2 grubun güçlenerek birbirleriyle çatışmalarına neden olmaktadır. Bu gruplaşmalar devlet içerisinde zafiyet oluşturarak “dış güçler” olarak tanımlanan küresel yapıların bu güç damarlarını ele geçirmelerine de neden olmaktadır. En nihayetinde “Our Boys did it!” olarak dile gelen darbe ve benzeri olaylar neticesinde toplum zarar görmektedir. Dahası bu kurumlar güç zehirlenmesi nedeniyle kendilerini zamanla devletin hamisi, koruyucusu, bekçisi olarak görmeye başlıyorlar.

“Işıklar Yanıyor!” talihsizliğinin arkasında 400 yıllık bir zafiyet bulunmakta aslında. Bu zafiyet her ne kadar güçlü devlet algısı ile maskelenmeye çalışılsa da zaman zaman bu ve benzeri çıkışlarla kendisini göstermektedir. Hukukun üstünlüğü kavramından hukukçuların üstünlüğü, ordunun güçlülüğü komutanların güçlülüğü, STK’ların etkilerinden STK yöneticilerinin etkililiği gibi kavramlara ulaşan bu zafiyet ilerleyen yıllarda daha da derinleşerek ortaya çıkacaktır. Türk toplumu ile devletinin arasındaki anlaşmazlık seçilmiş hükümete aba altından sopa göstermeye kadar gitmektedir. Halkın iradesinin tecellisi olan hükümete “Işıklar yanıyor!” diyerek mesaj verebilecek kadar hadsizleşenler toplumun darbeye karşı gösterdiği reaksiyon altında boğulacaklardır. Ancak buna karşı yine sosyal medyadan başka bir kurum tarafından cevap verilmesi devlet kurumlarının birbirlerine karşı 400 yıllık devlete sahip çıkma mücadelelerinin tezahürü olarak gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur.

Güçlü devlet güçlü toplum ile var olur. Güçlü toplum da güçlü devlet ile mümkündür. İdeolojiler arasındaki derin ayrışmaların sürekli hainlik çizgisinde tartışıldığı toplumlarda bir ayrışma söz konusudur. Güçlü devletlerde yönetime talip siyasi oluşumlar özgürlükler, hukuk, ekonomi, eğitim, sağlık gibi toplumun talebi olan alanlarda ideolojik bakış açılarına göre ayrışırlar. Bu şekilde devam etmemiz durumunda bu ayrışma derinleşerek bir beka meselesi haline dönüşecektir.

Cengizhan TÜRKYILMAZ

Kamudanhaber