1999’da tanıştım Mustafa Karahasanoğlu ağabeyle.

İlk karşılaşmamızda ne kadar babacan, halim-selim ve güven veren biri olduğunu hissettirmişti!

Onunla beraber geçen 23 yıllık sürenin her adımı silinmez bir anıyla hafızamda yer almakta.

Ömrümün yarısını kendisiyle, aynı çatı altında bir baba-oğul, kardeş-ağabey havasında geçirdim.

Ve bu zaman içinde o eksik olmayan tebessümünden başka kendisinden hiçbir kırıcı laf işitmedim.

Birine sesini yükselttiğini, azarladığını da hatırlamıyorum.

Dışarıdan sert gözükmesi/sert olarak bilinmesinin tam aksine çok alçak gönüllü ve tevazu sahibiydi. Hz. Ömer için Hz. Ebubekir’in: “Ömer benim yumuşak davranmam karşısında böyle serttir. Ben sert olduğumda onda bunun tam tersi oluyor…” manasındaki sözü gibi aslında Mustafa bey de Akit Gazetesi de haksızlık karşısında susanlar çok olduğundan ve gerektiğinde haksızlığa karşı sert ve vakarlıdır. Müslümana karşı ise tam tersi olmuştur hep. 

Evet, rahmetli, yaşlı-genç, kadın-erkek herkesle oldukça sıcak bir ilişkiye sahipti.

En değişmez karakteri: Zalime karşı sert ve tavizsizdi, Müslümana karşı ise oldukça alçak gönüllüydü. 

Tembelliği hiç sevmezdi.

Çoğu zaman herkesten önce işe gelir ve herkesten sonra evine giderdi.

Bu alışkanlığını –kendi ifadesiyle- ta 1993’te, Aksaray Küçük Langa Caddesi’nde yayın hayatına başlattığı “Beklenen Vakit” ile edinmiş… Hatta öncesi var: Nalbur dükkânı.

Gazetenin neresinde eksik ve el uzatılmaya ihtiyaç olan bir iş olduğunu görse hiç üşenmeden ve kibirlenmeden ona el atardı. Bir bakmışsınız arabası ile gece geç vakitlerde çalışanları tek tek evlerine bırakıyor…

Hızına yetişeni yoktu. 

Herkesin işine koştuğu halde, hiçbir işini aksatmıyordu…

Başörtülüler için mitingde de Filistin için İsrail’i protestoda da en ön saftaydı!

Sabah Ankara’da veya başka bir şehirde bir toplantıda olduğu halde, aynı gün 14:00’da yayın kurul toplantısında…

Milli Gazete’de Genel Yayın Yönetmeni olduğu dönemde bu hareketliliğinden dolayı partideki bazı etkin isimlerden azar yediğini anlatırdı:

“Merdivenleri koşar adım, ikişer-üçer çıkandan müdür olmaz!”

O da zaten hiçbir zaman müdür(!) olmadı; baba, ağabey, kardeş veya yoldaş oldu…

Evinde de iş yerinde de hep böyleydi. 

Sayesinde aile dostu olduk, bilirim. Ailesini bir yere bırakacak olsa onların ağır hareket etmesine müsaade etmez; çoğu kez arabada, hareket halindeyken yetişirlermiş kendisine! 

Rahmetli, Mustafa ağabeyin hangi yönünü anlatsak orası dolu. Ve hangi tarafı anlatsak diğer yönü eksik kalıyor…

Bir beşer olarak onun da muhakkak vardır, olmuştur küçük de olsa hata ve kusurları. Ama bu anlattıklarımızın gölgesinde akla gelemeyecek kadar az sayılır.

O işveren, biz ise işçi. Ama hiçbir zaman bunu hissettirmedi. Bir arkadaş, kardeş gibi, bir baba sıcaklığıyla sürekli çalışanlarıyla beraberdi. Gâh onlarla beraber mescitte namazda, gâh yemekhanede onlarla beraberdi…

Çalışanlarının rahatlıkla girip dertlerini, sorunlarını anlatıp ve muhakkak bir çözümle yanından ayrılacak kadar odasının kapısı hep daim açıktı gelenlere.

Sadece çalışanlarına değil, herkese kapısı açıktı!

Ve bu bakımdan hak edene de etmeyene de okuldu başında bulunduğu Akit Gazetesi. Yolunu kaybetmişe de yol bulmak isteyene de rehber ve öğretmendi. 

Nice insan gelip geçti Onun hayat mektebinden.

Çok cömertti, israfı katiyen sevmezdi. 

Yemekhanede çalışan yaşlı Ömer dayı anlatmıştı.

Derdi ki Ömer dayı, bazen vakitli-vakitsiz gelen giden misafirlerden şikâyet ederdik. Mustafa beyin tek söylediği şu olurdu: 

“Yemek için gelen hiç kimseyi sakın geri çevirmeyin! Yesinler, bir şey olmaz, ama bir tek ekmek parçasını çöpe atmayın, yazık/günah!”

Bir yıl bir fırsat bulup yayın kurulu olarak hacca gitmişlerdi. Rahmetli Hasan Karakaya, Hasan H. Maden, Kemal Güler ve Ülkü Kumral ve Mustafa ağabey kendisi.

Kayınbabam, (evde hazırladığı) bir paket fındık ezmesi getirmişti kendisine.

Kemal Güler Bey anlatıyor: “O ne bitmez bir fındık ezmesiydi öyle ya! Mustafa Bey, (Allah razı olsun) Hac bitinceye kadar her gün bize birer ikişer verirdi; o ezme ile haccı bitirdik…”

Reklam biriminde çalışmıştım. Bazen dönen çekler vs. olurdu. Avukat aracılığıyla tahsil edilen çekler, arkadaşımız Yücel Acar tarafından kendisine tevdi edildiğinde ve fazla para olduğunu gördüğünde sorarmış: “Yücel, bu fazlalık ne?” 

Abi, işte çek masrafları vs. dediğinde…

“Bu gibi şeyleri bir daha bana getirme, kasama haram para sokma!” diye azarlarmış.

Tabii maddi durumu olmadığı için eş-dostları tarafından ödenmeyen daha yüzlerce evrakın -zaman aşımına rağmen- kasasında olduğunu da göstermişti...

“Durumu olur bir gün getirirse getirir, yoksa onları zora sokmaya gerek yok!” derdi.

Evet, 28 Şubat’ın tüm zorluklarını iliklerine kadar hissetmesine rağmen o ve başında bulunduğu müessese, hiçbir zaman Hak’tan yüz çevirmedi. 

Savunduğu değerler, bir bir yerini buldu. Onu küçümseyenler, korkak davranalar silindi ama doğru bildiği yolda taviz vermeden dimdik ayakta ve ruhunu böyle teslim etti!

Allah kendisine rahmet eylesin!
Yeniakit/ Nusret Reşber