18 Mart Çanakkale Deniz zaferi..Hektor’un Öcü Akdeniz’in hırçın çocuğu poyraz, Ege’nin buğulu enginliğinden önüne katıp kovaladığı tuzlu esintileri, kutsal dağ İda’nın kızılçam ormanlarından yükselen çam kokularıyla harman ediyor, Çanakkale semalarında süzülen gümüşten bulutları Marmara’ya oradan payitaht İstanbul’a doğru sürüklüyordu.

Yaklaşan baharın neşesi Anadolu’nun Ege’ye açılan bu küçük kentinin tüm tabiatına yayılıyor,yoksul, fakir sakinlerin yüzünde tatlı bir huzur, mutlulukokunuyordu. Aynı günler güneşin ufuklarında kaybolduğu uzak ülkelerin meçhul limanlarından çelik gömlekli, ateş kusan devler kalkıyor,Akdeniz’in mavi sularında heyecanlı siluetler çizerek gurur ve kibir dolu bir debdebeyle binlerce yıl önce yakıp yıktıkları acı ve hüzün dolu virane kent Truva’ya doğru yol alıyordu.

Tarih bir kez daha yeniden tekerrür ediyor,Ege’nin iki yakası; Doğuyla Batı bir kez daha karşı karşıya geliyordu. Bu kez karşılarında Truva’nın yüksek surları ardına saklanmış ürkek savaşçılar değil,toprak ve taştan tabyalarda toplarını kucaklayarak mevzilenmiş Mehmetler,Anadolu’nun kına yakılmış evlatları bekliyordu.1915’in soğuk bir Şubat gününde dayandılar şehit kanlarıyla sulanmış toprakların kapısına. Günlerce, haftalarca yıldırımlar yağdırdılar çelik gömlekli zırhlılarından minare gibi gururla başını doğrultmuş mütevazitabyalara. Öfkelerini kustular,kin ve nefretle akıttılar ruhlarındaki kirleri. Yaktılar,yıktılar,önlerinde duran her bir engeli hallaç pamuğu gibi attılar.Şarapnel,gülle,taş,toprak sağanağı altında tevekkül ve sabırla vuruşma gününü bekliyordu Türk askeri.

18 Mart 1915;ateş ve kordan mızraklı ordusunun, çelik tolgalı savaşçılarının başında gurur ve kibirden mağrur Agamemnon yıkıntılarından dumanlar tüten tabyaların arasından boğazda ilerleme emri verdi.Derin ve ürkütücü bir sessizlik kaplamıştı havayı.Deniz dalgalı, Olimpos’un kıskanç Tanrılarının seyretmesi için gök berraktı.Kömür yiyen, kara dumanlar savuran, gövdelerinden ateş kusan ürkütücü devler boğazın serin, dalgalı sularında kendilerinden emin, gururla ilerliyor, tepelerdeki her bir kıpırtıya kulakları sağır eden gülleler savuruyor, taş üstünde taş bırakmıyor sanki tüm canlılığı yok etmeye yeminler ediyordu.

Boğazın karanlık sularında ilerleyen bu gözü dönmüş süvarileri ummadıkları sürprizler bekliyordu. Yanmış,yıkılmış, küle dönmüş gazi tabyalar, Anka kuşu gibi birer birer küllerinden doğuyor,ayağa kalkıyor,eline geçirdiği her taşı,kayayı,ağacı düşmanının başına yağdırıyordu.Kibir kumkuması çelikten süvariler birbiri ardına yere seriliyor, feryad ve figan dolu çığlıklar atıyor,boğazın soğuk sularında peşpeşe kayboluyorlardı.Truva teslim olmuyor,hayranlık uyandıran bir cesaretle direniyor,cesaret ve gözüpeklikle vuruşuyordu.

Agamemnon ve inatçı savaş lordları şaşkınlık ve korkuyla savaşı seyrediyor, saç baş yoluyor,ne yapacaklarını bilemiyorlardı.İyonyalı Homeros keşke mezarından kalksa barbar,istilacı Argos ordularının parçalanışını,düştükleri perişanlığı, Türk askerinin bu emsalsiz kahramanlığının destanını yazsaydı.Batı dünyasının doğuyu işgal için gönderdiği işgal ordusu, tüm perişanlığı ve yenilmişliğiyle savaş meydanından çekiliyor, büyük bir utançla güneşle beraber batıyordu.

18 Mart deniz zaferi; mağlubiyeti baştan belli bir savaşın kazanılmasına sebep olmadı lakin yüzlerce yıldır talihi bir türlü dönmeyen cihangir bir milletin küllerinden yeniden doğmasına, silkinip ayağa kalkmasına, umudunu yitirmiş savaşlardan yorgun bir halka gelecek adına ümit oldu.Çanakkale savaşları modern ve çağdaş Türkiye cumhuriyetini kuracak kadroların, Milli Kurtuluş Mücadelesinin bayrağını taşıyacak orduların yetiştiği okul oldu.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale’yi terk eden son düşman gemisinin ardından söylediği rivayet edilen şu söz;binlerce yıldır doğu ve batı arasında süren mücadelenin gerçek galibini işaret ediyordu. “Hektor’un öcünü aldık.”

 

Turan TEMEL

Anadolu Eğitim Sendikası

Genel Sekreteri