Ana gündem değişmeyecek. Bazı dostlar bunu anlamak istemiyorlar. Gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Görmek istemeyenden daha kör, duymak istemeyenden daha sağır kim olabilir. İşler o noktaya geldi ki; inat, ihtiras ve biraz da kibir ve korku sebebi ile olsa gerek, birileri kendilerini öyle kapattılar ki, artık “anlatsan da bir anlatmasan da”. Ama biz yine de görevimizi yapıp anlatmaya devam edelim. “Kollarımızı makasa gibi açarak”, “Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak” diyelim.

Aile yok olursa, geriye ne kalır ki! İnsanlık öldükten sonra geriye kalan “Belhum adal”dır.

Aklımızı kaybettik sanki. Mekteplerimizin haline bakın, çocuklarımız, ne hakikatin bilgisine sahib, ne de gerçeğin. Ne dinden haberleri var ne de tarihten, gelenekten. Ahlak, adabı muaşeret desen, o da ne? Nereden çıktı şimdi bu. Nasihat dinlemez bir nesil geliyor. Macera peşinde koşan, rahatı için her şey yapabilen ve bütün güçlüklerden kaçan “mütrefin” taifesinden, çileden kaçan, zevkçi insanlarla nereye kadar gidebiliriz. Bakın bakalım bu gençler kaç kelimeyle konuşuyor. Kullandıkları kelimelerin anlamını biliyorlar mı? Kendi aralarında ne konuşuyorlar?

Adalet duygusu hangi seviyede toplumda hiç düşündünüz mü? Polis, savcı, hakim, avukat, zincirin tüm halkalarına bakın. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, haklıdan yana olabilir mi bunlar. İş alırken, işe girerken, ehliyet ve liyakat’a göre karar verilmesine razılar mı? Yoksa adamını bulup işini yoluna koyan birileri olma yolunda mı bunlar. Ne yani, bizim arkadaşlarımız değil de ötekilerden biri mi alacak işi ya da onlardan biri mi alınacak işe. “Bal tutan parmağını yalar”. “Gemisini yürüten kaptan” değil mi? “Hem zaten, ötekiler de böyle davranmıyor mu idi”. Bu millet niye onları değil de sizi seçti. Siz de böyle yapacaksanız, onlardan ne farkınız kalır!. Dönüştürelim derken, dönüştürülenlerden olmuş olmaz mıyız?

Bu cinsiyet eşitliği, İstanbul sözleşmesi ve aile ilgili diğer düzenlemelerin birçoğu başımızın belası. Tek başına bile, bu mesele, AK Parti’nin dibe vurması için yeter de artar bile. Savaş, terör, darbe girişimi, ekonomik kriz, gelir geçer ama, söylüyorum bu konu gündemden düşmez. Bakın Mesut Yılmaz “siyasi hayatıma da malolacak olsa bu eğitim programı hayata geçirilecek” diyordu. Ve sonunda İmam-Hatipler, orta öğretimin temel eğitime alınması ANAP’ın sonu oldu. Diğer konulardan bağımsız olarak bu aile, adalet, eğitim gençlik politikalarının her biri tek başına AK Parti için aynı sonucu doğurabilir. Halkla inatlaşılmaz. Seçim sonuçları itibarı ile seçmenin sandıkta verdiği mesaj hâlâ tam olarak alınmadığı, anlaşılmadığı görülüyor. Söz verilen değişim hâlâ gerçekleşmiş değil.

Rezilliğe bakın. Bu olay Türkiye’de, Konya’da, bir ilçede yaşanıyor. Lut kavmi kapımıza dayandı.

Sorarım size bu rezilliği duyunca hiç düşündünüz mü, biz nerede yanlış yaptık diye. Nasıl buraya yuvarlandık. Bu sonuçtan en çok kim sorumlu diye, bakanlığı, eğitimcisi, gençlik ve aile kurumu ile devlet, STK, Media ya da hangi “proje”ler! Kim bunlar ve bugün neden bunlarla başedemiyoruz, kim koruyor bunları. Kimden hesap soracağız, yasama, yürütme, yargı, basın, sivil toplum! Kendilerini eleştirenleri hemen “hain” ya da “ahmak” ilan eden, kendilerini “La yüs’el” konumda gören, her kesimden birilerinin bir şekilde “Kanka oldukları bu “Mütrefinler topluluğu”na karşı ne yapacağız.

Evet, o haber şöyle: Konya’nın Emirgazi ilçesinde, cinsiyet değiştirmek için tedavi olduğu öne sürülen Özlem K. (27), sevdiği İ.K. adlı kadını evinden kaçırmak istedi. Özlem K., buna engel olmaya çalışan İ.K.’nin kuzeni Şenol K.’yi (43) tabancayla vurarak, karnından yaraladı. Çıkan arbedede dövülen Özlem K., jandarma ekiplerince gözaltına alındı. Yunak’ta oturan ve cinsiyet değiştirmek için tedavi gördüğü ileri sürülen Özlem K., iddiaya göre, İstanbul’da yaşayan, sevdiği B.E. adlı kadın sayesinde bir süre önce İ.K.’nin ailesiyle tanıştı. Bir süre sonra B.E. ile arası bozulan Özlem K., İ.K. isimli kadını sevmeye başladı. Özlem K., Emirgazi’de oturan İ.K.’yi evinden kaçırdı. İ.K.’nin kaçırılması üzerine araştırma başlatan aile bireyleri, Özlem K. ve kızlarının Beyşehir’de olduğunu öğrendi. Bunun üzerine ikilinin yanına giden aile, dönmeye ikna ettiği kızları İ.K.’yi evlerine getirdi. Aile bireyleri, daha sonra jandarmaya gidip, Özlem K. hakkında şikayetçi oldu. Bunu öğrenen Özlem K. de dün öğle saatlerinde Emirgazi’ye gidip, İ.K. ile yeniden kaçmak istedi. Aile, engel olmaya çalışınca yanında getirdiği, babasına ait ruhsatsız tabancayı başına dayayan Özlem K., ‘Kendimi vururum. İ.K.’yi bana vereceksiniz’ dedi. Özlem K., bu sırada çıkan arbedede, ikiliye engel olmaya çalışan, İ.K.’nin amcasının oğlu Şenol K.’ye 2 el ateş etti. Kanlar içinde kalan ve karnından yaralanan Şenol K., ihbarla gelen sağlık görevlilerince ambulansla hastaneye kaldırıldı. Arbedede dayak yiyen Özlem K. de jandarma ekiplerince gözaltına alındı.

Evet, her şey seçim kazanmak, para kazanmak değil. Her şey diploma kazanmak değil, bunları kazanırken neyi kaybettik bir de ona bakalım. “Lut kavmi” örneğinde olduğu gibi, “İnsanlık” ölürse, geride kalan muhteris, kan dökücü, yalancı, hırsız, fuhuş bataklığına saplanmış, sarhoşlardan oluşan “Belhum adal” bir toplulukla ancak cehenneme odun olacak inanç, tarih ve geleneğinden kopartılmış, din yerine vicdan, tarih yerine efsanelerle süslenmiş bir mitoloji, gelenek yerine seremonilerle uyutulmuş, magazin kültürü ile efsunlanmış bir nesil kalır geriye. “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; / Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.” Biz hangi ırmaktan su içiyoruz!

Mesela Keşmir’de ölen çocuklar kimin umurunda. İşgale karşı çıkan var mı? İşgalcilere ambargo uygulayan. Halkın tercihi için referandumdan söz eden, ateşkes ve barış gücü kararı ile tecridi engellemek için sesini yükselten kimse var mı! Dünya, kör, sağır ve dilsiz. Kalıcı çözüm için yeterli diyalog grubu faaliyeti, bir barış inisiyatifi ve lobicilik de yok.

Giden gidiyor. Düne dair ne varsa dünde kalıyor. Aynı suda iki kez yıkanamaz insan, aynı ırmakta yıkanıyorsa. Her şey geçicidir. Baki olan Allah’tır! Ondan geldik ve sonuçta Ona döndürüleceğiz. Ve herkes yaptığının ve yapması gerekirken yapmadıklarının hesabını verecek. Kimimiz bu alemde kendini kurtarma derdinde, kimileri kurtarıcı rolünde. Allah’ı hesaba katan mı var! Onlar bazı şeyi yapmasalar Allah yapamaz çünki (Haşa)!!. Onlar olmasa,  onlar o şeyleri yapmasalar helak oluruz onlara göre!!. Ve onların “Kurtarıcı aklı, iradesi ve eylemi” kutsanarak meşrulaştırılıyor. Onun için “La yüs’el” konuma yükseliyor ve yükseltiliyorlar. Meşruiyete bağlı olma zorunlulukları yok onların, meşruiyetin kaynağı onların kutsanmış iradeleridir. Tanrı kırallar, Tanrı adına hüküm veren ruhanilerin ayaklarının kaydığı yer de tam burasıdır zaten. (Hay Allah, biz Lat, Menat ve Uzza’dan kurtulalım derken, şu Tanrı Kıral Agustus’u bizim takvimimize ay adı olarak kim çaktıysa. Bazı şeyleri bilmek insanı özgür kılsa da, can sıkıcı da olabiliyor.) Eğer akletmez, kulağımıza hoş gelen kolay çözümler ve kurtarıcı liderler peşinde koşmaya devam edecek olursak varacağınız yeri söyleyeyim: Pişmanlık ve acı. Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizi değiştirmeyecek. Yanlış işlerin ve kişilerin peşinde koşanlar kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşarlar aslında. Dikkat edelim. İnsanı yaşatalım ki devlet de yaşasın. İnsanlık ölmesin ki, insan yaşasın! Bu istikamette, iyi şeyler yapma, ıslah iddiasından önce ifsadı durdurun. Zira def-i mazarrat, celbi menafiden evladır. Ailenin felaketine yol açan düzenlemelerden vazgeçin, toplumu bu fitneye yönlendiren kişi ve kurumlarla bağınızı kesin. Zalimlere yardım etmeyin ki, sonra ateş size de dokunmasın. Ve bilelim ki, zulm ile abad olunmaz! Selâm ve dua ile. 

Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit