Türkiyenin kadim gündemlerinden birisidir eğitim. Osmanlı son döneminden beridir konu tartışılmakta, aksaklıkların giderilmesi için çareler üretilmekte. Yüzyılı hayli aşkın süredir mevzuya ilişkin maalesef kavrayışımız, tartışma düzeyimiz ve çözüm seçeneklerimiz sorunu kronikleştirmekten başka bir işe yaramadı. Mevzu başından beri yapısal, bütüncül ve sağduyu ile ele alınmak yerine hep yüzeysel, teknik, lokal ve geç kalmışlık duygusunun tetiklediği bir acelecilik üzerinden ele alındı. Geldiğimiz noktada durumun iç açıcı olmadığı ilgili-ilgisiz herkesçe kabul edilmekte.

 

Eğitim gündemimizin önemli bileşenlerinden birisi bilindiği gibi “öğretmenin nitelik” problemidir. Öğretmen niteliğinin arttırılmasına dönük tespitler yapılmış, çözümler hayata geçirilmiştir. Kimi zaman öğretmenlerin ders araç gereçleri eksikliği kimi zaman eğitim düzeyleri sorun olarak kodlanmış. Nitekim bugün geldiğimiz post modern koşullarda ne araç gereç eksikliğinden ne de öğretmenin eğitim düzeyi probleminden bahsedilebilir. Hatta tüm öğretmenlerimiz üniversite mezunu olduğu gibi hatırı sayılır bir kısmı master ve doktora derecelerine sahip. Buna rağmen hem kamuoyunda hem de resmi mercilerde “öğretmen niteliği” önemli bir sorun başlığı.

 

Hatırlanacağı üzere Milli Eğitim Bakanı,  MEB Müsteşarı, YÖK Başkanı ve Üyeleri ile Eğitim Fakültelerinin Dekanlarının katıldığı “öğretmen niteliği” mevzulu toplantı yapılmıştı. Ardından YÖK, Eğitim Fakülteleri için 240 bin barajı getirdi. Öğretmen niteliğine ilişkin bir gerekçe olarak sunulan baraj acaba gerçekten de yaraya merhem mi olacak yoksa bugüne kadar uygulanan sayısız ‘çaresiz strateji’den birisi mi olacak?

Eğitim uzmanlarının projeksiyonuna göre getirilen baraj 2016 yılında uygulanmış olsaydı 46 bin 726 olan öğretmenlik kontenjanının 2 bin 579u boş kalacaktı. Yani mevcut öğretmen adayı alımının söz konusu uygulamayla bir değişim geçirdiğini söylemek için pireyi deve yapmak gerekiyor. Zira yeni uygulama sadece Fen Bilgisi ve Biyoloji öğretmenliği bölümlerini etkileyecekti. Sayı olarak da devlet üniversitelerinde 386, vakıflarda 839 ve diğer yükseköğretim kurumlarında (KKTC ve yabancı ülkelerdeki) 1354 kontenjan boş kalmış olacaktı. Dolayısıyla çözüm olarak ileri sürülen şey bırakın mevcudu değiştirmeyi aynıyla muhafaza ediyor.

 

İkincisi MEB’in öğretmen ihtiyacını karşıladığı yerler sadece Eğitim Fakülteleri değil ki, orayı hedef alan bir düzenlemeyle yetinelim. MEB, Fen Edebiyat Fakültelerinden çıkan ve pedagojik formasyon alanları da öğretmen olarak istihdam etmektedir ki bu çözüm de buralara ilişkin hiçbir düzenleme yok.

 

Üçüncüsü ne MEB ne YÖK ne de Eğitim Fakülteleri vermiş oldukları eğitime ilişkin bir değişiklik taahhüdünde bulunmuyorlar. Yani verdikleri eğitimin niteliğini, geçerliğini sorgulamadan muaf tutarak baraj bariyeri ile gelecek öğrencilerin kaliteyi kendileri ile beraber getireceğini varsaymaktadırlar. Öyle ya verilen eğitim fark yaratmayacak gelen öğrenciler fark yaratacak. Çözüm ne MEB’de ne YÖK’te ne de Eğitim Fakülteleri’nde, çözüm konulan barajı aşan öğrencilerde. Doğrusu bu tespit MEB’in, YÖK’ün ve Eğitim Fakülteleri’nin acziyet beyanından, çaresizlik itirafından başka bir anlam taşımıyor.

 

Daha önce Tıp, Hukuk, Mühendislik ve Mimarlık bölümlerine getirilen baraj uygulamasının ‘öğretmen niteliği’ne ilişkin işlevsel bir çözüm önerisi olarak dile gelmesi Türkiye’nin Maarif Davası açısından hazindir. Süreci, çıktıyı ve sonrasının koşullarını göz ardı ederek sadece girdiye odaklanan-onu da eksik yaparak- bu yaklaşımla Türkiye bırakın sorun çözmeyi ancak sorunlarını kangrenleştirebilir.