Aydın MEB'in performans değerlendirme uygulamasının küresel ekonomi - politiğin dikte ettiği istihdam politikaları ile ilintisini anlattı. 

Genel Sekreter; 'Mesele öğretmene kimin not vereceğinin çok ötesinde.  Ağaç kuruduktan sonra ona baltayı kimin vuracağının ne önemi var? Mesele öğretmenlerin de artık prekaryaya dâhil olması.', dedi.

 Öğretmen Performans Değerlendirme ve Aday Öğretmenlik İş ve İşlemleri Yönetmelik taslağı tartışma yaratmaya devam ediyor. Yönetmelik, öğretmenlik mesleğinin niteliğine ilişkin bir kaygının ve arayışın ürünü mü yoksa küreselleşme ile dolaşıma giren ekonomi - politiğin bir dayatması mı? Açık ki mesele sadece öğretmenlik mesleği ile sınırlı değil. Tüm dünyada ivme kazanan bir istihdam politikası ile karşı karşıyayız.


 

Şimdi, tam burada duralım lütfen! Çünkü çalışan kesimin almakta olduğu şekle dair anlamlı bir içeriğe sahip yeni bir kavramla tanışmak üzereyiz.

Prekarya, Guy Standing’in ‘Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf’ adlı kitabında ortaya attığı bir kavram. Kavram, çalışan sınıfın iş ile ilgili yaşadığı belirsizlik ve güvence kaybına göndermede bulunuyor. Buna göre sanayi toplumunda anlamlı birer tanımlama aracı olarak kullanılan “proletarya”, “orta sınıf” gibi kavramlar; Soğuk Savaş sonrası dönemde, küreselleşme ile tekilleşen ekonomi-politiğin uygulamaları ile şekillenen günümüz dünyasında işlevsiz kaldılar. Kapsamları yeni durumu anlamak için yetersiz. Tüm dünyada sendikaların güçsüzleşmesi ve çalışan kesimin koruyucu şemsiyelerinin ortadan kalmasıyla birlikte esnek üretimin gönlünce at koşturacağı bir saha ortaya çıktı.  Bu saha sadece mavi yakalılar olarak anılan ve kol emeği ile çalışanlar için değil beyaz yakalılar olarak anılan ve kafa emeği ile çalışanlar için de oldukça korunaksız.

Çalışma sahasının prekarizasyonu ile ortaya çıkacak farklı mesleklere mensup prekarya yığınına artık çok yakınız. Bu politikanın temel kabulü çalışanın bir üretim faktörü olduğu yönünde. Ne var ki bu ekonomi - politiğin müminlerinin kabule yanaşmadıkları şey, üretim faktörü olarak gördükleri çalışan insanların aynı zamanda birer insan oldukları gerçeğidir. O insanların endişe, korku, belirsizlik ile sarmalanmalarının ortaya çıkaracağı maliyet ‘maliyet’ olarak görülmüyor. Kaotik, belirsiz, güvencesiz çalışma koşullarında yitirilecek olan saygı, özsaygı ve itibar  yeni durumun düzenleyicileri tarafından ‘kayıp’ olarak değerlendirilmiyor. Yarınından şüphe duyan, rızık endişesi ile her an kendisini kapının önünde bulacağı bir çalışma hayatının içinde güvencesiz olarak yol alan insanlardan oluşan bir toplumda insanların bireysel olarak yaşayacakları kişilik kırılmalarının ve bunun  ‘kültür’ üzerinde ortaya çıkaracağı aşınmanın da dert edildiği söylenemez.

Öte yandan iş güvencesi düşük olarak çalışanların yanında bir de güvenceden tamamen yoksun olanlar var. Mahfi Eğilmez’in bir yazısında aktardığına göre; “Türkiye’de hiçbir sosyal güvenceye tabi olmaksızın çalışanların toplam işgücü içindeki payı yüzde 35’i buluyor (Eylül 2017.) Yani çalışanların üçte biri işini kaybettiği anda hiçbir güvenceye sahip değil.”

MEB’in performans değerlendirme taslağına tekrar dönelim. Evet, taslağa ilişkin itirazlar var. Ne var ki bu itirazların en popüler olanı,  taslakta öğrencilerin ve velilerin öğretmene not verecek olmasını dert etmiş görünüyor. Hatta taslağa ilişkin itirazını sadece bununla mukayyet gören yaklaşımlar da var. Yarın öbür gün MEB;  “Tamam kardeşim öğrencinin öğretmene not verme uygulamasını taslaktan çıkarttık.”, dese sanki hiç sorun kalmayacakmış havasındalar. İtirazı bunu temele alarak sınırlandırmak maalesef küresel bir dalganın kıyılarımıza ne denli sert vurduğunu kavramaktan yoksun olduğumuzu gösteriyor.

Mesele öğretmene kimin not vereceğinin çok ötesinde.  Ağaç kuruduktan sonra ona baltayı kimin vuracağının ne önemi var? Mesele öğretmenlerin de artık prekaryaya dâhil olması.

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer haklı olarak geçen hafta sordu: “Bu öğretmen, hudâyî-nâbit olmadığına göre, onu ait olduğu bütün içinde değerlendirmek gerekmez mi? Bu nitelik probleminde hani Eğitim Fakültelerinin rolü? YÖK nerede? MEB bürokrasisi nerede? Bir başarısızlık durumu söz konusu ise sadece işi yapan aktörü değiştirmekle yetinilebilir mi? İşe de bakmak gerekmez mi? Zorunlu eğitime, müfredata, mevzuata, öğretmenin mali özlük haklarına, çalışma koşullarına, bunlara da bakmak gerekmez mi? ”

Kamu sektörünün özel sektörün soluduğu cangıl havası ile eşgüdümlü hale gelmesi arzusu bugünkü düzenlemelerin kaynağı olduğu için muhtemelen soruların aradığı cevaplarla yakın bir gelecekte karşılaşmayacağız. Fakat küresel ekonomi – politiğin amentüsünü dikte eden uygulamaların sadece ekonomik sonuçları değil birey ve toplum hayatında, değer ve kültür sahasında ne denli yıkıcı sonuçları olacağını görmek için çok beklemeyeceğiz.

Ali AYDIN

Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri

11.04.2018