Sakallı Celal, Ankara Sultanisi’nde (Ankara Atatürk Lisesi) müdürlük yaparken, kendisinden son sınıf öğrencilerini hızlıca mezun etmek konusunda ‘müşkülpesent’ davranmaması istendiğinde ‘Ankara Sultanisi boyacı küpü değildir’ şeklinde yanıt verir.

Bu olay üzerine kendisini bakanlık emrine alan ve yerine getirilmesi istenen talep ile ilgili bir daha düşünmesini(!) isteyen Maarif Vekili Hamdullah Suphi‘ye tarihe geçen o sözleri söyler: “Tanzimat ilan ettik olmadı. Meşrutiyet ilan ettik olmadı. Cumhuriyet’i denedik olmadı. Biraz da Ciddiyeti denesek? Ne dersiniz?”

Bu hadiseyi bir kaç yazımda aktarmıştım. Bugün yine kullanma ihtiyacı hissetmemin nedeni MEB Bakanı’nın zorunlu eğitimin süresinin kısaltılmasına dair beyanatı ile eğitim kamuoyumuzun beyanatla senkronize hareketi oldu. Açıklama müthiş, açıklamaya göre pozisyon alan eğitim kamuoyumuzun cevvaliyeti de müthiş! Gerçi bakandan zorunlu eğitimin nahoşluğuna ilişkin bir-iki cılız dokundurma işitir gibi olmuştuk ama bunlar sarih bir itiraza dönüşmemişti bugüne değin. Eğitim kamuoyumuzun ise bu meyanda bir derd-i ızdırabının olduğuna doğrusu hiç şahitlik etmemiştik. Nasıl oldu da bu iki yoktan nur topu gibi bir ‘zorunlu eğitim karşıtlığı’ var edildi onu henüz anlamak mümkün değil.

Evlere şenlik bir ahval içindeyiz, açıkçası. Bu fasılda dile gelen bu tarz zorunlu eğitim uzasın ve kısalsın şeklindeki hükümler yerine sorun tespit etme ve sorun çözme sistematiğimizin memlekete kurulan en büyük tuzak olduğu kanısındayım.


Bir şeyler değiştirilerek hiçbir şey nasıl değiştirilmezin ihtisas alanına çevrilmiş durumda alan. Cumhuriyetin başından, hatta Osmanlı modernleşmesinden bu yana canhıraş bir şekilde kâh bir şeyler eklediğimiz, kâh bir şeyler çıkardığımız bu alan, istikrarlı bir şekilde başarısızlığı, memnuniyetsizliği bugünlere kadar getirdi. Dolayısıyla başarısızlığın-memnuniyetsizliğin kalıcı olduğu bu alanda bir çözüm arayışındayız havası oluşturmak için o günden bu yana hep ‘boyacı küpü’ işlevi görecek bir uygulama ileri sürüldü durdu. Derslik sayısının arttırılması, öğretmen eğitiminin yükseltilmesi, araç-gereç temini, teknik donanımın sağlanması, müfredat değişimi, zorunlu eğitim süresinin uzatımı derken sıra zorunlu eğitim süresinin kısaltılmasına geldi. Daha önce nasıl ve niye diğer türlü olmuşturu bilmediğimiz gibi bugün de nasıl ve niye böyle olduğunu bilmiyoruz. Uzaması gerekiyordu, uzadı! Kısalması gerekiyor, kısalacak!
MEB, bildiğim kadarıyla okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamına alma hevesinde. Hükümet ‘her ile üniversite’ yaklaşımı ile yüksek öğretimi fiili olarak zorunlu eğitime dahil etme uğraşısında. Manzara bu iken zorunlu eğitimin süresini kısaltacağız demek ne demek?


Bütün bunları problem yokmuş gibi sürdüreceğiz öbür tarafta ise sürenin kısaltılmasından bahsedeceğiz. Burada MEB Bakanı, MEB bürokrasisi ve Hükümet birbirini bütünleyen, birbiriyle uyumlu politikaların olması gerekliliğinden bihaber sanırım. Her biri bir yöne giden politikaları aynı anda yürürlüğe sokarak nereye varacağız?

Türkiye’de problem, yürürlüğe sokulacak kamu politikalarının keyfe keder bir sistematik üzerinden hayata geçiriliyor oluşudur. Ciddiyetten, vukufiyetten uzak bir şekilde yapılan düzenlemelerin esas itibariyle sorunun parçası olduğu kısa bir süre sonra aleniyet kazanıyor. Çünkü, alana ilişkin bütüncül ve yapısal bir kavrayış yerine varsayımsal bir okuma ve bu okumaya dayandırılan, sebep-sonuç ilişkisinden bağımsız bir sorun-çözüm eşleştirmesi ile muhatap kılınıyoruz. ‘Eğitim sistemimizin kötü olması zorunlu eğitim süresinin kısalığından kaynaklanıyor.’ Birkaç yıl önce önümüze bu önerme getirilip zorunlu eğitim süresinin uzatılmasına razı edilmiştik. Ne olduğunu, niye öyle olduğunu veya niye öyle olması gerektiğini sorun edecek halimizin olmayışı da başka bir dert. Bugün de eğitimdeki kötü vaziyetimiz sürenin uzun olmasına bağlandı. Yine hepimiz heyecana geldik. Ne ara böyle oldu? Nasıl bir tespitten hareketle buraya vardık? Hangi çözümlemeyi yaptık? Hangi tartışmayı yaptık? Bu tartışmayı yaparken kaç kişiydik? Kimler vardı?

Açıkçası zorunlu eğitime ilişkin bir tartışmayı, soyu tükenmekte olan kelaynak kuşları gibi, bu memlekette bir kaç kişi yaptık, yapıyoruz. Bugüne kadar bu tartışmaya ne MEB’in ne de eğitim kamuoyunun ilgi gösterdiğine şahit olmadım. Dolayısıyla ilgi göstermeyen MEB ile eğitim kamuoyunun gelip bu kelaynak kuşlarını geride bırakması açıkçası bana makul gelmediği gibi hayra alamet de gelmiyor. Sakallı Celal‘in dediği gibi ortada‘ciddiyet’ yok en başında.    

Abdülbaki DEĞER