Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, eğitimin başat sorunlarından birinin öğretmen açığı olduğunu ifade ederek, “Biz öğrencileri öğretmenle buluşturma noktasındaki eksikliğin giderilmesi gerektiğini söylüyoruz. Bir taraftan da öğretmenleri yeniden öğrencilikle buluşturmak isteyen bir kitle var. Türkiye’nin nitelikli öğretmen sorunu yok. Çünkü öğretmenlerimizin veri olabilecek bir nitelik eksikliği söz konusu değildir. Türkiye’nin, öğretmenlerin niteliklerini daha da artırmaya dönük taleplerini, isteklerini karşılayacak, kolaylaştıracak, özendirecek, ödüllendirecek mekanizmalara, sistemlere ve mevzuata ihtiyacı var. Öncelik hiç şüphesiz öğretmen açığı meselesidir. OECD ortalamalarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı üzerinden bakıldığında, ‘Türkiye’nin öğretmen açığı toplamda 130 bin 500’ civarındadır. Bu veri tek başına, önemli bir öğretmen ihtiyacı olduğunu doğrulamaktadır. Her geçen yıl büyüyen öğretmen adayı sayısı, eğitim fakültelerindeki öğrenciler, herkese açık pedagojik formasyon eğitimleri ve KPSS kapsamında öğretmenlik alan sınavına girenler dikkate alındığında yakın gelecekte 1 milyona ulaşabilir” dedi.

Sistemin öğretmen ihtiyacı ile sisteme yönelik öğretmen arzının aynı anda büyümesinin başlı başına bir sorun olduğunu kaydeden Yalçın, hem ihtiyacı azaltmak hem de arz havuzunda taşmayı engellemek için birkaç yıl sürecek şekilde her yıl 40-50 bin civarında öğretmen ataması yapmaya devam etmek gerektiğini söyledi. Ali Yalçın, Eğitim-Bir-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan Eğitime Bakış 2018: İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu kamuoyuyla paylaştı.



 

Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Bakan yardımcıları Mustafa Safran, İbrahim Er, genel müdürler, Memur-Sen’e bağlı sendikaların yönetim kurulları, Eğitim-Bir-Sen teşkilat mensupları ve üyelerin katılımıyla düzenlenen basın toplantısında konuşan Yalçın, eğitimin, hem bilim hem de hizmet noktasında vazgeçilemez, ertelenemez, yok sayılamaz, devre dışı bırakılamaz, alternatifi oluşturulamaz bir alan olduğunu belirterek, “Çünkü ‘insan-mekân-zaman ilişkisinin’ yaradılışından bugüne, insana, dünyaya ve hayata dair her işe, oluşa, olguya, işleyişe ve ilişkiye yön veren, yöntem ve içerik oluşturan süreç ve sonuçların her biri, ya doğrudan ya da dolaylı olarak eğitimin ürünü ve birikimidir. Kesin olan şudur ki, insanın kendini araması, bulması, kendini irdelemesi ve bilmesi, nihayet kendi olması eylemlerinde eğitim dışında bir kulvar, geçmişte ve bugün olmadığı gibi gelecekte de olmayacak. Bireyden topluma, devletlerden uluslararası kuruluşlara herkes bunun farkında olarak, eğitime önem ve öncelik veriyor, vermek durumundadır. Eğitimde geriye düşenin, ahlakta, adalette, merhamette zirveye ulaşması; bilimde öne çıkması, teknolojide önde olması, ekonomik ve diplomatik düzlemde fark oluşturması, gereksiz hayal ve imkânsız hedef hükmündedir” şeklinde konuştu.



 

Eğitemediğimiz sürece potansiyeli, öğretemediğimiz sürece kapasiteyi ne büyütebilir ne de harekete geçirebiliriz

Birleşmiş Milletler’in, bunun farkında olarak 2030 sürdürülebilir kalkınma programında ‘nitelikli eğitim’ hedefine ilk sıralarda yer verdiğine dikkat çeken Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kişi ya da toplum fark etmeksizin, eğitemediğiniz sürece potansiyeli, öğretemediğiniz sürece kapasiteyi ne büyütebilir ne de harekete geçirebilirsiniz. İnsanın eğitim alma süresi arttıkça; insani vasıfları edinme gayretinin, beceri ve niteliklerinin de arttığı aksi iddia edilemez bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Daha iyi iş imkânlarına sahip olmanın, yürüttüğü işi daha iyi yapmanın ve bu suretle kişisel gelir ve refahı artırmanın da bilinen tek yöntemi eğitimdir. Bu gerçekliğin bir sonucu olarak, Türkiye dâhil tüm dünyada okullaşma oranları hızla artmakta, öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayısı azalmakta ve giderek artan oranda eğitime daha fazla yatırım yapılmaktadır. Bu yatırımların eğitim sisteminin kalitesini nasıl etkilediği, sistemin ne kadar etkin ve verimli çalıştığı, hizmetlerin ne kadar adil dağıtıldığı, fırsat-imkân eşitliğinin ne kadar sağlandığı oldukça önemli hâle gelmektedir.”



 

İzleme ve değerlendirme çalışması yapmayı sendikal faaliyetlerimiz arasına dâhil ettik

Eğitimin, uygulama öncesinde planlama ve programlamanın, uygulama sürecinde plana ve programa bağlı kalmanın, sonrasında ise süreci ve sonuçları izleme ve değerlendirmeye tabi tutmanın mutlak gereklilik kapsamında olduğu bir bilim ve hizmet alanı olduğunu vurgulayan Yalçın, “Bu gerçekten hareketle hemen her ülke, eğitim sistemine çağın gereklerine cevap verecek nitelikler kazandırmaya ve eğitim sistemlerinin performansını değerlendirmek için mekanizmalar geliştirmeye çalışmaktadır. Bu amaçla, eğitim sistemine dair ayrıntılı veriler toplamakta ve daha sonra da bu verileri analiz etmektedir. İzleme ve değerlendirme çalışmalarıyla, eğitim sisteminin etkinliğini ve verimliliğini tespit etme, aksayan ya da beklenen sonuçları üretmeyen yönlere ilişkin teklif geliştirme zemini oluşturulmaktadır. Birçok ülkenin bu kapsamda sahip oldukları ulusal eğitim verilerini paylaştığı UNESCO ve OECD gibi kuruluşlar da, ülke verilerini uluslararası karşılaştırmalı olarak analiz etmekte; ülkelerin eğitim sistemlerinin zayıf ve güçlü yönlerini tespit etmekte, eğitim sistemini iyileştirmek hedefiyle politika değişikliğine ihtiyaç duyulan alanlara yönelik ayrıntılı veriler sunmaktadır. Böylece, dünyada eğitime dair eğilimlerin neler olduğu da görülmektedir” ifadelerini kullandı.

Eğitime dair mevcut verilerin masaya yatırılıp geçmiş yıllar ve gelişmiş ülkelerle mukayese edilmesinin, kamu otoritesi ve akademinin yanı sıra, artık eğitim sendikaları ile eğitim alanında çalışma yapan sivil toplum kuruluşları için de bir zorunluluk olduğunu dile getiren Yalçın, “Veri temelli bu raporlar, eğitim sistemine dair bağımsız değerlendirme açısından oldukça önemlidir. Eğitim-Bir-Sen olarak, biz de bu bilinçle ve genel yetkili sendika olmanın sorumluluğuyla, izleme ve değerlendirme çalışması yapmayı ve rapor şeklinde kamuoyuyla paylaşmayı sendikal faaliyetlerimiz arasına dâhil ettik. Bu çerçevede, 2016 yılında Eğitime Bakış 2016 başlığıyla milli eğitim sistemine, 2017 yılında ise Yükseköğretime Bakış 2017 başlığıyla yükseköğretim sistemine dair ilk izleme ve değerlendirme raporlarımızı yayımlayıp kamuoyuyla paylaştık. Kamuoyunun, eğitimcilerin, akademisyenlerin ve karar alıcıların dikkatini çekmesi ve yeni tartışmalara zemin oluşturması, izleme ve değerlendirme raporlarımızın amaca hizmet ettiğini gösteriyor. Eğitim sistemini bütünsel bir bakışla her yıl izlemek ve değerlendirmek hedefimizin bu yıla ait ürünü olan Eğitime Bakış 2018: İzleme ve Değerlendirme Raporu’yla, eğitime erişim ve katılım; eğitimin çıktıları; öğretmenler ve okulların yetkileri; eğitim-öğretim ortamları; finansman olmak üzere, beş ana başlıkta ve toplamda 24 gösterge üzerinden eğitim sistemimizin mevcut fotoğrafı ve ihtiyaçları ortaya konulmuştur. Raporda, MEB, ÖSYM, TÜİK gibi kuruluşların yayımladığı açık veriler ile her yıl yayımladığı Bir Bakışta Eğitim raporu üzerinden OECD verileri kullanılmıştır. Bu noktada, Millî Eğitim Bakanlığı’nın talebimize olumlu cevap vererek açık istatistiklerde olmayan birçok veriyi bizimle paylaştığını ve daha geniş düzlemde analiz yapma imkânı sağladığını da belirtmek istiyorum. Bu vesileyle, Bakan Ziya Selçuk’a teşekkür ediyorum” diye konuştu.



 

Konu eğitimse, kimsenin ‘bana ne’ pozisyonu almaya da ‘sana ne’ ötekileştirmesi yapmaya da hakkı yoktur

“Konu eğitimse, eğitimin herhangi bir öznesi ya da verisi ise yetkililerin, politika belirleyici öznelerin, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin, ‘bana ne’ pozisyonu almaya da ‘sana ne’ ötekileştirmesi yapmaya da hakkı yoktur” diyen Yalçın, şöyle devam etti: “Biz Eğitim-Bir-Sen olarak, eğitimle ilgili hiçbir konuda ‘bana ne’ demedik, demeyeceğiz. Beklentimiz ve isteğimiz, muhataplarımızın, paydaşlarımızın, kurum ve kişi düzeyindeki yetki ve görev sahiplerinin de ‘sana ne’ stratejisiyle insana ve eğitime zarar verme hatasına düşmemeleridir. Millî Eğitim Bakanlığı, 2023 Eğitim Vizyonu’nda veri temelli analiz ve politika yapılacağını vurgulamıştır. Bunu çok önemsiyoruz. Bakanlığın veri temelli analizler yapması ve verileri, araştırmacılar ve sivil toplum örgütleriyle paylaşması, doğru kararların üretilmesi ve kararların hızla hayata geçirilmesi noktasında önemli bir eşiktir. Burada şunu ifade etmek gerekir ki, farklı gözlerin eğitimi izlemesi ve farklı kurumsal birikimlerin veriler üzerinden değerlendirme yapması, kaynakların doğru kullanılmasına, imkân ve fırsatların hem artmasına hem tabana yayılmasına, eğitim sistemini iyileştirme arayışlarında da daha fazla seçeneğin ortaya konulmasına kapı aralayacaktır. Raporu niye yazdığımıza, hazırladığımıza dair bu çerçeveden sonra bu yılki izleme ve değerlendirme raporumuzda nelerin yer aldığına ve neler yazıldığına dair bazı verileri genel hatlarıyla paylaşmak istiyorum.”



 

Eğitim sistemini daha iyi hâle getirmede en önemli unsur öğretmendir

TIMSS ve PISA gibi uluslararası karşılaştırmalı çalışmaların, en başarılı eğitim sistemlerinde anahtar rolün öğretmenler olduğunu gösterdiğini kaydeden Yalçın, “Öğretmenlerin öğrenci başarısı üzerindeki etkisinin, müfredattan da öğretim teknik ve materyallerinden de çok daha yüksek ve anlamlı olduğu gözüküyor. Öğretmenler, dezavantajlı öğrencilerin dezavantajını ortadan kaldıracak en önemli unsur olarak tanımlanmaktadır. UNESCO, ILO, UNICEF ve UNDP genel direktörlerinin 2014 Dünya Öğretmenler Günü’nde yayımladıkları ortak bildiride, ‘Bir eğitim sistemi ancak öğretmenleri kadar iyidir. Öğretmenler, evrensel ve herkes için kaliteli eğitim açısından vazgeçilmezdir’ vurgusu yapılıyor. Eğitim-Bir-Sen olarak biz de Türkiye’deki eğitim sistemini daha iyi hâle getirmede en önemli unsurun öğretmen olduğunu savunuyoruz. Öğretmenin mutluğunu sağlamayan, umudunu artırmayan, saygınlığını yukarılara taşımayan, sorunlarına çözüm bulmayan, beklentilerine duyarsız, tekliflerine ilgisiz kalan bir sistemden, öğrencilerin ufkunu büyütmek ve toplumun refahını yükseltmek noktasında sonuç üretmesini beklemek, ölü gözünden yaş beklemektir. Bir eğitim sistemi, kendisini öğrenci zihninde var eden, toplumun genelgeçer ilke ve değerleriyle uyumlu insan profilini inşa sorumluluğunu üstlenen öğretmene öncelik ve önem atfedip değer vermedikçe, kendi sorunlarını çözmeye mahkûm edilmekten ülkenin ve toplumun sorunlarını çözecek kapasiteyi ve potansiyeli harekete geçiremez. Bu anlamda, Bakanlığın son dönemdeki bazı kararlarını ve hayata geçirdiği uygulamaları önemli bulduk ve destekledik” değerlendirmesinde bulundu.



 

Sözleşmeli öğretmen istihdamı sonlandırılmalı, kadroya geçiş süreci ivedilikle başlatmalıdır

Öğretmenleri şikâyet mekanizması hâline gelen, öğretmenin motivasyonunu tüketen Alo 147’nin kaldırılmasını, öğretmene yönelik performans değerlendirme çabalarının sona erdirilmesini öğretmene güvenen ve öğretmene güven veren hamleler olarak gördüklerini, sözleşmeli öğretmenlikteki 3+1 değişimini de öğretmenlik mesleğinin saygınlığını artırmaya dönük doğru fakat eksik bir adım olarak değerlendirdiklerini ifade eden Yalçın, şunları söyledi: “Bakanlık, eksik adımı tamamlamalı ve sözleşmeli öğretmen istihdamını sonlandırmalı, sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçiş sürecini de ivedilikle başlatmalıdır. Öğretmenler açısından gereksiz bir ehliyet tartışmasına, kamu personel sistemi açısından da adalet duygusunun aşınmasına neden olan öğretmen atamalarındaki mülakat uygulamasına yönelik itirazlarımızı giderecek, tekliflerimizi hayata geçirecek bir hamleyi de olabilecek en kısa sürede bekliyoruz.”

130 bin 500 öğretmene ihtiyaç var

Eğitim sisteminin başat sorunlarından birinin de öğretmen açığı olduğuna işaret eden Yalçın, “Biz öğrencileri öğretmenle buluşturma noktasındaki eksikliğin giderilmesi gerektiğini söylüyoruz. Bir taraftan da öğretmenleri yeniden öğrencilikle buluşturmak isteyen bir kitle var. Türkiye’nin nitelikli öğretmen sorunu yok. Çünkü öğretmenlerimizin veri olabilecek bir nitelik eksikliği söz konusu değildir. Türkiye’nin, öğretmenlerin niteliklerini daha da artırmaya dönük taleplerini, isteklerini karşılayacak, kolaylaştıracak, özendirecek, ödüllendirecek mekanizmalara, sistemlere ve mevzuata ihtiyacı var. Öncelik hiç şüphesiz öğretmen açığı meselesidir. OECD ortalamalarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı üzerinden bakıldığında, ‘Türkiye’nin öğretmen açığı toplamda 130 bin 500’ civarındadır. Bu veri tek başına, önemli bir öğretmen ihtiyacı olduğunu doğrulamaktadır. Her geçen yıl büyüyen öğretmen adayı sayısı, eğitim fakültelerindeki öğrenciler, herkese açık pedagojik formasyon eğitimleri ve KPSS kapsamında öğretmenlik alan sınavına girenler dikkate alındığında yakın gelecekte 1 milyona ulaşabilir. Sistemin öğretmen ihtiyacı ile sisteme yönelik öğretmen arzının aynı anda büyümesi başlı başına bir sorundur. İhtiyaç var fakat yeterli atama yapılmıyor. Yeterli aday var fakat atama yapılıp ihtiyaç karşılanmıyor. Her ikisi de ‘önce eğitim’ iradesiyle çelişiyor. Hem ihtiyacı azaltmak hem de arz havuzunda taşmayı engellemek için birkaç yıl sürecek şekilde her yıl 40-50 bin civarında öğretmen ataması yapmaya devam etmek gerek” dedi.

Yapılması planlanan düzenlemelerde, mevcut yöneticilerin konumları ve durumları kazanılmış hakka saygı çerçevesinde korunmalıdır

Sendika olarak, okul yöneticiliğinin münhasır kadro ve profesyonel bir görev olarak düzenlenmesini yıllardır teklif ettiklerini fakat yöneticilik denilince sonraki cümlenin ‘lisansüstü öğrenim görmek’ olması gibi bir yaklaşım sergilendiğini dile getiren Yalçın, şöyle konuştu: “Elbette bir eğitimcinin lisansüstü öğrenim görmesini önemser, gerekli ve doğru buluruz ama bir gerçeği de ıskalamamak gerekir. Kamuda yöneticilerin tamamı lisansüstü öğrenim görenlerden oluşmadığı gibi mevcut yöneticilerden bu eğitimi görmeyenlerin başarısız ya da yetersiz olduğunu ispatlayan hatta böyle bir kanaati uyandıran bir veri de bulunmamaktadır. Bu vesileyle, eğitim kurumu yöneticiliğiyle ilgili yapılması planlanan yasal ve idari düzenlemelerde, öncelikli hassasiyet mevcut eğitimi kurumu yöneticilerinin konumlarının ve durumlarının kazanılmış hakka saygı çerçevesinde korunmasını sağlayacak bir hükmün yer alması olmalıdır. Çünkü mevcut yöneticiler kura sonucu değil, dönemi itibarıyla açılan sınavları kazanmaya dönük bir çabanın sonucu olarak bulundukları görevlere atandılar. Bir dönemin siyasetine damga vuran ‘dün dündür, bugün bugündür’ anlayışının kamu idaresine, özellikle de eğitim hizmetleri alanına sirayet etmemesi, eğitimi önceleyen herkesin fakat özellikle de Bakanlığın sorumluluğudur.”


 

Yüksek lisans ve doktora programlarını tamamlayan öğretmenlerin mali ve özlük hakları iyileştirilmelidir

Ali Yalçın, öğretmenlerle ilgili bir başka önemli hususun da, gerek Vizyon Belgesi’nde açıklanan gerek izleme ve değerlendirme raporumuzda tanımlanan öğretmen kariyer basamakları uygulaması olduğunu belirterek, “Bakanlığın, kariyer basamakları uygulamasını yeniden başlatma iradesini destekliyoruz. Fakat Bakanlığın bu noktada önceliği, öğretmenlerin yüksek lisans ve doktora programlarına erişimini kolaylaştırmak, mali boyutuna yönelik teşvikleri sağlamak, bu programları tamamlayan öğretmenlere yönelik mali ve özlük hakları imkânlarını artırmak olmalıdır” şeklinde konuştu.

Okul yöneticileri ve öğretmenlerin maaşları OECD ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça düşüktür

Raporda öne çıkan bir diğer önemli bulgunun da, öğretmen ve okul yöneticilerinin maaş ve ücretleri olduğunu, Türkiye’deki, başta okul yöneticileri olmak üzere, öğretmenlerin maaşlarının ve yıllık gelirlerinin, OECD ülkeleri ile kıyaslandığında oldukça düşük olduğunu söyleyen Yalçın, “Bu tablo, eğitime önem verme iradesine de yeni ve büyük Türkiye hedefine de uygun değildir. Öğretmenlik mesleğinin statüsüne yönelik kapsamlı araştırmamızın sonucuna göre Türkiye’deki öğretmenlerin önemli bir kısmı aldıkları ücretlerden memnun değildir. Dahası, mesleki kıdem arttıkça memnuniyetsizlik düzeyi de artmaktadır. Bundan dolayı, hem öğretmenlerin hem okul yöneticilerinin maaşları ile ücretlerinde kapsamlı iyileştirmenin gecikmeden yapılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.



 

Bütün kamu görevlilerinin ek gösterge beklentilerini karşılamak gerekiyor

Eğitim çalışanlarının talep ve tekliflerine de değinen Yalçın, “Son dönemlerde öğretmen odalarının değişmez gündem maddesi hiç kuşkusuz 3600 ek göstergedir. Bir taraftan ne zaman gerçekleşeceği konusundaki merakın, diğer taraftan da gerçekleşmeyeceği noktasında kaygıların artmaya başladığı bir süreci yaşıyoruz. 24 Kasım’da çok heveslenildi fakat gerçekleşmedi. Şimdi, ikinci 100 Günlük İcraat Programı’nda Millî Eğitim Bakanlığı’nın icraat programı arasında yer verildi. Bu hesaba göre Mart ayının sonu gelmeden ek gösterge düzenlemesinin yürürlüğe gireceği anlaşılıyor. Eğitim sisteminin diğer unsurlarını da sevindirmek, kamu personel sisteminde milletimize hizmet eden diğer unvanlardaki kamu görevlilerinin de ek gösterge beklentilerini karşılamak, mağduriyetlerini gidermek gerekiyor. Bu nedenle, Sayın Bakanımızdan, bu noktada hem öğretmenlerimiz dışındaki eğitim çalışanları için hem de birçoğu okullarımızdaki öğrencilerin velisi olan diğer kamu görevlileri için sorumluluk almasını, bütün kamu görevlilerinin ek gösterge mutluluğu yaşamasına katkıda bulunmasını bekliyoruz” diye konuştu.

Kendisine hizmet edenleri mutlu etmeyen bir eğitim sisteminden, bireyin ufkunu, toplumun ve ülkenin refahını artırması beklenemez

Öğretmenlere, eğitim çalışanlarına yönelik tekliflerinin, taleplerinin ve beklentilerinin bunlarla sınırlı olmadığını ifade eden Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sözleşmeli öğretmenliğin kaldırılması, bu sağlanıncaya kadar, başta eş durumu olmak üzere, yer değiştirme sınırlamalarının kaldırılması, öğretmenlerin ek ders ücretleri dâhil göreve bağlı oldukları ücretlerle maaşlarının, yıllık gelirlerinin artırılması da gündemimizde olmalıdır. Gerek bugün yayımladığımız rapor gerekse Bakanlığın açıkladığı Vizyon Belgesi birlikte değerlendirildiğinde, eğitim çalışanlarının beklentilerinin karşılanması temelinde haklarının iyileştirilmesine, Bakanlık teşkilatının yeni hükûmet sistemi ve Vizyon Belgesi çerçevesinde restore edilmesine, eğitim sistemimizin ise yerel değerler ve evrensel ilkeler çerçevesinde reforme edilmesine dönük bir sürecin işletilmesi gerektiği aşikârdır. Ve bir kez daha ifade ediyoruz: Kendisine hizmet edenleri mutlu kılmakta, umudunu artırmakta yetersiz kalan bir eğitim sisteminden, bireyin ufkunu, toplumun ve ülkenin refahını artırması beklenemez.”



 

İnsanı öncelemenin ve çözüm odaklı olmanın hakkını verme gayretiyle sendikacılık yapıyoruz

Yetkili sendika sıfatının, insanı öncelemenin ve çözüm odaklı olmanın hakkını verme gayretiyle sendikacılık yaptıklarını vurgulayan Ali Yalçın, sözlerini şöyle tamamladı: “Eğitim sistemine yönelik izleme ve değerlendirme raporunu hazırlarken de Bakanlık tarafından açıklanan 2023 Eğitim Vizyonu’na dair görüşlerimizi ifade ederken de ‘yaşasın’ ya da ‘kahrolsun’ seçenekleriyle sınırlı bir düzlemde olmadık. Doğru gördüklerimizi övüp desteklemeyi, yanlış bulduklarımızı ifade edip eleştirmeyi esas alan bir bakışla hareket ettik. Eğitim-Bir-Sen olarak, bu izleme ve değerlendirme raporu ile eğitim sistemine ilişkin sorunlu alanlara dair veri temelli bir analizin yapılmasına, eğitim sistemini iyileştirecek tartışmaların ve politikaların geliştirilmesine katkıda bulunmak istiyoruz. Umuyoruz ki, bu rapor ile eğitimde karar alma süreçleri daha katılımcı, toplumsal talepleri dikkate alan ve veri temelli olarak gerçekleşecek. Raporun eğitim camiası ve tüm Türkiye için faydalı olacağına inanıyorum.”

 


Raporu hazırlayan akademisyenlerden Doç. Dr. Bekir S. Gür, raporun detaylarına ilişkin bir sunum yaptı.
 

RAPORA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ