Ülkemizde ‘bürokrasinin en temel özelliği nedir’ diye sorulsa, herhalde cevabı şu olur: Yukarıda yönetenlerin aşağıda üretenleri tanımaması, tanıyanların da zamanla uzaklaşması ya da yönetenlerin kuş bakışıyla şekil verdikleri teorilerin pratiğe takılan ölümü.

***

TEOG’un mezar taşı dikildi, yenisi ise ancak ikame edildi. 5. sınıfların yabancı dil hazırlık sınıfına dönüştürülmesinin pilot uygulaması kaynaksızlıktan, öğretmensizlikten felç; ortopediye muhtaç. Öğretmenlik hakkını elde edene dek aday elli kez sınavdan geçer, beş dakika mülakat edilmeden istihdam edilmez. Sözleşmeli öğretmen ‘ya işin ya eşin’ diye mecbur edilir. Müfredat değişikliğinde millete değil, beyaz kitaba rağbet edilir. Ders kitaplarındaki uygunsuzluklar sayfa yırtılarak izale edilir. Öğretmen açığı ücretli öğretmenlikle telafi edilir. Daha önce denenmiş ve mahkemelik olmuş bir not verme garabeti yaşanmışken, her şey unutup doğrulara kulak tıkamak, harakiri etmektir.

Eğitim, neredeyse herkesin paydaşı olduğu, tüm kesimlerin kendine göre paradigmalarının bulunduğu, her döneme göre kendine misyon yüklenen, herkesin kendine göre çekmek, dolayısıyla toplumu şekillendirmek için uygun gördüğü ‘torna makinesi’ muamelesi gördüğü sürece ortak bir paydada buluşmak zor. Herkesin dilinden düşürmediği, tekerrürden öteye gitmeyen ve artık klişeleşen bir söz var: Eğitim, ideolojik dayatmalardan ziyade pedagojik yaklaşımlara muhtaç. Eğitimde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Meseleyi, insana yaklaşım biçiminden müfredata, ders kitabına, sınav sistemine, öğretmen yetiştirmeye kadar birbirini tamamlayan unsurlar olarak ele alıp bir insicama sahip kolektif akılla işleyen bir sistem kurmak yerine günübirlik politikalarla çatlayan yerine yama, patlayan yerine makas atarak günü kurtardığımızı düşünüyor ama yanılıyoruz, çünkü yarınlarımızı kaybediyoruz.

Eğitim konusundaki bu başarısızlığın, bir türlü kendi yatağını bulamayan bu akortsuz akışın faturasını öğretmene çıkarmaya çalışan bir şark kurnazlığı ile karşı karşıyayız. Öğretmen uygulama bakımından aktördür, niteliği yüksek olmayan bir meslek elbette eğitimde arzu edilmez, ancak bugün geldiği haliyle öğretmen aktörlük görevinden uzaklaştırılmış, nihayet öğrencisinin notuna muhtaç bir figüre dönüştürülmüştür. Ülkesindeki mesleki algıyı görmeyen, insan ilişkilerinin sosyal haritasının simetri ve asimetrisini hesap edemeyen bir politika ölü doğumlara gebedir. Bugün öğretmen her ne kadar belirli gün ve haftalarda hamasi övgülerin konusu olsa da, eğitimde inisiyatifine hiç müsaade edilmeyen, yaptığı tasarruflara şüpheyle bakılan, eline tutuşturulan kâğıtların sınırlarına sıkıştırılmış, kendi mesleki algısı bastırılmış, ‘ne kadar az gayrette bulunursan, başını o kadar az belaya koyarsın’ fikrine yaklaştırılmıştır.

Bakanlık kendi içinde bir performans değerlemesi aramazken, buna ihtiyaç duymazken, kendi başarısız politikalarıyla ilgili öz eleştiri dahi yapmazken, her seferinde öğretmeni eksik, atıl, eğitime muhtaç bireyler olarak algıladığını göstermesi abesle iştigaldir. Uygulayıcı aktörleri, belirlenen yanlış politikalarla figüre dönüştürmek daha büyük bir cürüm iken, politika belirleyeni değil, bunu uygulayanı değerlendirmek kendi gerçeğinden kaçmaktır.

Eğitimin yıllardır süregelen başarısızlığında politika belirleyicileri, belirlenen politikaların isabet oranlarını tartışmaya açmadan, sahadaki uygulayıcıyı tartışmaya açmak anlamına gelecek bir politika, yönü itibarıyla yanlış, hiyerarşideki yeri itibarıyla da haksızdır. Öğretmenin mesleki eksikliklerini belirleme, gelişimine aracılık etme, ödül ve hizmet puanı bağlamında onları değerlendirme adı altında yönetilmesi mümkün olmayan bu politikayı benimsemek, mesleği, toplumu ve öğretmenler odasındaki iklimi hiç bilmemektir. Her biri kendi başına çok kıymetli olan paydaşları birbirine not verenlere dönüştürmek, ne konunun mahiyetine ne de ilişkinin maiyetine uygun değildir. Bu, naif görünümlü fakat kaosa davetiye çıkaran kof bir ölçmedir. Değerlendirme yapacak ve değerlendirmeye tabi tutulacak olan öğretmenin farklı açılardan çoklu bir değerlendirmeye tutulması, öğretmenin emeğini ve niteliğini nasıl ve ne kadar ölçecektir. Bunun ne kadar sağlıklı ne kadar objektif olacağı daha önce yapılan denemelerde mevcuttur. Öğretmenlik mesleğinin niteliğini artırmak, gelişime katkı sağlamak isteniyorsa, yapılması gereken ilk iş, mesleğin itibarını artıracak, saygınlığına katkıda bulunacak; öğretmenlere, emekleri ve nitelikleri doğrultusunda yeni haklar kazandıracak bir sistemi kurmak; sonra bu kriterlere göre iyileri yukarıya doğru hareket ettirerek, herkese mesafe aldırarak mesleği, toplumsal algısı, özlük ve sosyal haklarıyla hepten yukarı doğru çekmektir. Aksi hâlde, sonuçları gerçeğe tekabül etmeyecek, tüm taraflar arasına husumet girebilecektir.

MEB’in iki satırıyla öğretmenlerin hatırı karşı karşıya getirilmemelidir.