Okullarda yaşanan büyük sıkıntılara önceki yazımızda örnekler eşliğinde değinmiştik. Bugün de eğitimdeki asıl sorununokulların ta kendisi olduğunu anlatmaya çalışacağız.

Çünkü:

Okullar oyun çağının baharındaki çocukların üniforma giydiği, zil sesi ile toplanıp, dağıldığı, yoklamayla, komutla, sıraya dizilerek düzenin sağlandığı; yani yarı askeri bir disiplinle müfredat adı verilen kalıplaşmış bilgilerin ezberletildiği yerlerdir.
İnsanın yaşına, fıtratına, karakter ve yeteneklerine aldırılmadan sistem tarafından belirlenen bilgiler, değerler ve karakter modeli kişi ayırt etmeksizin toplucaişlenir.
Bilgi yığın halindedir, önceden işlenmiş ve çerçevesi belirlenmiştir. Öğrencilere sorgulama, belirlenen çerçevenin dışına çıkabileceği tarzda sorma-araştırma imkânları tanınmaz.
Yine aynı sistem tarafından yetiştirilen öğretmenlerin sorgulanamaz yarı kutsal bir konumları vardır. Müfredatın dışına çıkamazlar, denetim altındadırlar. Öğrencilerin öğrenme ölçümlerini yapan memurlardır. Ancak özverili olanlar, kişisel gayretleri oranında bir ölçüde başarı sağlayabilirler.
Sonu gelmeyen ödev, ezber ve sıvalarla öğrenci ve veliler stres altında tutulup, psikolojik baskıya alınır. Veli toplantıları ile ebeveynlerin sisteme uyumu sağlanır.
Bireysel karakter gelişimi, yardımlaşma, ekip çalışması, öz güven dengesi, inancımızın ve değerlerimizin uygulamalı olarak benimsenmesi gibi konular okulların eğitim uygulamalarında yoktur.
Fabrikalaşma ve kapitalist pazar yapısına uygun şekilde, okullar, öğrenci ve velilere yarış havasında rekabetçi bir karakter kazandırır.
Okulların tasarımı ise genelde soğuk binalar, sıralı sınıflar, koridor ve idari bürolarla sınırlıdır. Herhangi başka bir devlet dairesinden pek bir farkı yoktur.
Okullarda öğrenciler, gerçek hayattan soyutlanmış bir şekilde, sadece sınıf denen dört köşe odalarda ve yazılı metinlere bağlı kalarak yine “gerçek hayata” hazırlanırlar.
Okullarda zihin yapısı oluşmuş kişilerin, düşünce sınırları belirlidir. Sitemin kurumlarına güvenirler ve bu kurumlardan bağımsız değer algısı kurmaları zordur. Örneğin: Öğrenme okullarda olur, hastalıklar hastanelerde tedavi edilir, sanat galerilerde-festivallerde yer alır, din camide yaşanır gibi.
Okul mezunlarına diploma adı altında bir belge verir. Okul diplomalar ile bilginin gelişimini ve öğrenmeyi ipotek altına almıştır. Diploman yoksa okul toplumunda kanseri de iyileştirsen, çığır açacak bir buluş sahibi de olsan, harika şeylerde yapsan dinleyenin olmaz. Öte yandan eğer diploman varsa öz niteliğine bakılmaksızın sistem içinde bir yer bulursun. Ülkemizde de bu şekilde çok sayıda unvan, makam işgali söz konusudur.
Okullar diplomasız cevher sahibi insanların keşfini ve toplumun bu bireylerden istifadesini engeller.
Okullar geleceğin yetişkinlerini bu şekilde yetiştirdiklerinden, ortaya çıkan toplumda kurgulanmış bir şekilde yönetim ve denetimi kolay bir toplum olur.
Bu kavrayışların artmasıyla dünyada okullu sistemlerden kaçış söz konusudur.

Dünyadaki bu farkındalık ve yeni okulsuz veya okulun katkısını en aza indirenyeni sistem arayışları gelişmesine rağmen, bizde her değişen sistemin merkezide yine maalesef okul yer almaktadır.

Kötü bir alışkanlığımızda, kendi öz değerlerimize ait milli bir sistem geliştirip, özgün bir model ortaya koymak yerine, dünyadaki “iyi” modelleri kopyala yapıştır yöntemiyle olduğu gibi kabul ediyor oluşumuzdur.

Yok Finlandiya modeli, Güney Kore, Kanada ne yapmış, ne yapıyor falan…

Hâlbuki her toplumun değerleri, tarihi kodları, hedeflediği insan-toplum modeli, amaçları farklı farklıdır ve bu farklılıklar üzerine kendi özgün sistemlerinigeliştirmeye çalışırken, yaşadığı çatışmalar, oluşan hatalar, hatalardan alınan dersler, çekilen çileler içinde bir süreç yaşarlar.

Yani hangi sistem olursa olsun bir toplumun sistemi dokunulmadan alınırsa başka bir topluma uyum sağlamaz. Doku uyuşmazlığı illaki olacaktır. Ancak bir sistemin iyi yönleri incelenip aşamalı olarak uyarlama yapmak mümkün olabilir.

Yapmamız gereken kendi milli eğitim sistemimiz olan medrese modelini değiştirmeden ancak geliştirmek suretiyle gündemimize almak olmalıdır.

Medrese denilince akla gelen katı bir dini eğitim algısı doğru değildir. Selçuklu ve Osmanlıdaki medrese eğitimini incelediğimizde tüm ilim sahalarındaki başarıları göze çarpmaktadır.

Evvel yazılarımızdan medrese ile ilgili olanlar:

http://www.yenisoz.com.tr/kaybedilen-buyuk-hazine-medreseler-makale-17829

http://www.yenisoz.com.tr/gunumuzun-medreseleri-universiteler-degildir-makale-18015

Allah nesillerimizi okulsuz bir toplumda imanlı ve özgür bireyler olarak yetiştirebilmeyi nasip etsin. Amin.

(Yazımız için Mahmut Ustaosmanoğlu/Sohbetler, Ivan Illıch/Okulsuz Toplum kitaplarından ve eğitimpedia internet sitesinden istifade edilmiştir.)

Emre Temizsoy / Yenisöz