İnsan seküler bir hayatı arzuladıkça kendinde kayboluyor, kaybın telafisi içinse haz çoğaltıyor. Daha fazla haz, daha fazla hayat sanrısını besliyor. Haz, doz aşımına uğradıkça insan amaçsızlaşıyor. İnsan amaçsızlaştıkça hayat anlamsızlaşıyor. Çölleşmiş hayatında, meskûn mahalde duran insan, evinin duvarına vaha resmi asmayı teselli sayıyor. Her buhran evresinde kendine yeni inançlar icat edinme hususunda mucit olan insan kişilik, toplum sosyolojik olarak bölünüyor. Kişilikleri onaracak, sosyolojik parçalanmışlıkları otayacak örgütlere, birlikteliklere bugün daha çok ihtiyaç var. 

Gelir dağılımındaki payı arttıkça, insan, elindekileri emanet değil, korunması gereken zenginlik bilip ömrünü mülke temlik ediyor. İyiliğe yol almak için insanlığa azık, mazluma uzanan el, mağdura gerilen kol olması gereken imkân ve eşyalar akıl elinde iğvaya, nefsin sarkacında vazgeçilemez metaya dönüşüyor. İnsan indinde sinsice yayılan kötülük, soluk bir benizle yaşayan mat bir hayatın en makul ve en makbul yüzü olarak tezgâhta sürekli müşteri buluyor. İyilikleri önerecek, önermekle yetinmeyecek, ete kemiğe bürünmüş ayetlere ve vakıf adamlara ihtiyaç var. 

İdealleri için yola çıkanlar, imkânlarını ahirete dayanak etmek yerine dünyalıklarını aydınlatan bayramlık ediniyorlar. Aldanmak ise sürekli yeniden imtihan edilmeyi gerektiriyor. Aynı dersten tekrar sınanan embesiller sınıfı istiflenerek dünyaya kambur olmaya devam ediyor. Her tarafına dünya bulaştığı için kokan gövdelerimiz, dilimize doladığımız terminolojimizle maalesef temizlenmiyor. Dilimize doluşan peygamberi kelimelere ruh üfleyecek güzel örneklere; iddialarımızı sözle doğrulanmaktan ziyade ahlakla haklı çıkaracak örnek hayatlara ihtiyaç var.
 
15 Temmuz sonrası hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını yeniden hatırlatacak, o geceki olayları olguya dönüştürecek, sosyolojimizin değişen kimyasını okuyacak, insanımızın bilincinde yeniden depreşen “vatan” kelimesini en kavi haliyle kuşanacak sendikalara, sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç var. 

Bidayeti ve nihayetiyle bir tutam zaman olan ömrümüzün gördüğü en büyük ihaneti magazin olarak görenlere inat bunu ruh kökümüze kazıyacak yeni müfredatlara ihtiyaç var. 
O gece, genci ve yaşlısı abdestiyle sokağa fırlayarak ihanetin açacağı büyük bir kapıyı, müsellah adamların maskeli yüzüne şehadet parmağıyla kapatan kaderimizin üstüne yeniden “iman ve zafer” yazacak inanmış gençlere; artık bu kaderi alnımızda bir vakar, kalbimizde layığıyla tutulması gereken bir mazhar ve geleceğe aktarılması mecburi bir iftihar olarak yazacak literatüre ihtiyaç var. 

Bu şuurla sahip olduğumuz mevkilerin birer ödev mahalli olduğunu yeniden kavrayacak, farklı yüzüyle yeniden sahneye konulan bu oyunun en diri efradı ve en mühim efkârı olabilecek umumi mabetlere ihtiyaç var. 
Ülkemizin geçmişte yaşadığı acıları, ödediği bedelleri, milletin sinesinden çıkmış adamların uğradığı akıbetleri gerçek manasıyla kavrayan, bugünkü yaşadıklarımıza derin anlamlar biçen, dünyanın yeniden büyük iştahla parselizasyon kavgası verdiğini gören, “yerli ve milli” açıyla düşünmeden hiçbir şeyi hakkıyla fehmedemeyeceğini bilen adamlara ihtiyaç var. 

Kabil’den sonra düşen Bağdat’ın, Bağdat’tan sonra harap olan Halep’in bize bugün ‘iyilik uzun süredir hep yeniliyor ama bir türlü yeryüzünden silinip gitmiyor’ dediğini işitecek kulaklara ihtiyaç var. 
İyiliğin naif kabuğunun içindeki sağlam özü koruyacak, zayıflasa bile, bir yetimin gözlerinde yaşamaya ayarlı olduğunu unutmayacak dirençli kimliklere ihtiyaç var. Kötülük her ne kadar hızlı yayılsa da ve hep kendini katil Kabil’den bugüne güncelleyerek şeytani arzusuyla harlansa da, ‘iyiliğin bir damlası kötülüğün bin atlasını fethetmeye muktedirdir’ diyen fetih meftunlarına ihtiyaç var.
 
Kötülük çoğaldıkça karanlığın sonu aydınlığın ucuna yaklaşır, iyilik sadeleşip ihfaya büründükçe kavileşir, genleşir. Karıncaların su taşıdığı ateşlerin gül bahçesi istidadına mukadder olduğuna, bir bülbülün yumuşak ve sıcak göğsünü hakkın dikenine yaslayabildiğinde ancak adaletin al gülünün açacağına, dünyanın er ya da geç sahibinin emriyle tekâmüle yürüyeceğine, bunun da iyiliğin iş görebilen elleriyle erim bulacağına, Hayy’ın minvalinde her hayatın “külli hayat” içinde bir cüz olduğuna ve “her cüzün” kendi meşrebinin hatmiyle haşrolacağına inanan müzmin iyilere ihtiyaç var. 

İyilik meşru, şeffaf ve doğrusaldır; bir ucu burada bir uzamı hâlâ “Hira”dadır. Kötülüğün salgın hastalık gibi bulaştığı yerde iyilik öğütle değil, örgütlülükle hayat bulur. 
İyilik kendi kavlince ağır ve derinden yol alacak, kötülük her ne kadar hızlı ve organize olsa da, eninde sonunda kendi tuzağının kucağında boğulacak. 
Hızlı ve organize kötülere karşı örgütlü müzmin iyilere ihtiyaç var.