Ortadoğu gazetesi yazarı Şükrü ALNIAÇIK İhraç KHKlarında yaşanan bir olayı satırlarına taşıdı.

ALNIAÇIK; 

İşini düzgün yapmayanın 'katil' olduğu bir süreçteyiz!..

Zekeriya Öz'ü, Önder Aytaç'ı, Emre Uslu'yu kaçırdınız; bari Adil Öksüz'ü tutsaydınız, belki bu işler biraz içimize sinerdi! dedi.

İşte  o yazı;

OHAL soruşturmalarında içimize sinmeyen bir şeyler var. 

Öncelikle darbenin biricik faili olan 'siyasi ayak'a hiç dokunulmamış olması, hikâyenin güvenilirliğini zedeliyor.

Bu çelişkinin referandum sürecinde hükümete ayak bağı olacağından hiç kuşkumuz yok.

İnsanların şuuraltında bir yara var.

Bunu: 'Bank Asya'nın açılışında kurdele kesenlerin, Bank Asya'da hesabı olanların hayatını karartmaları' olarak resmedebiliriz. 

Dün bizim Dil Tarihli Ekrem'in kızı Hilal yanımdaydı. Demiralay ailesiyle tanıştım; aslan parçası torunu da getirmişlerdi. 

Ekrem bizim okul teşkilatının gurur kaynağıydı. 

Bu Şarkışla'lı vatan evladı, hepimiz kadar Ülkücü, hepimiz kadar vatan sevdalısıydı. 

Hemşerisi Aşık Veysel gibi o da zoru başarmış, azimle hayata tutunmuştu. 

Kaynatılmış salçalı suya, sekiz kişiyle kaşık salladığımız o çileli Ocak yıllarında, bu eski Ankara evinin çatı katı Ekrem'e ayrılmıştı.

Alt katlara giren çıkan çok olur diye düşünülmüş; Ekrem'in rahatsız olmaması sağlanmıştı. Çünkü Ekrem, herkesten daha fazla ders çalışmak zorundaydı.

Edebiyat bölümündeki Ülküdaşları, onun ders notlarını teybe okurdu. 

Ekrem bazı sınavlara da sadece sınıf arkadaşları Hüseyin'le Fikret'i dinleyerek hazırlanırdı. 

Ortada Ekrem olduğundan mıdır nedir, Samanpazarı ekibinin okula gelişi bir başka olurdu.

Ekip bahçeye girer girmez; önce Ekrem'in davudi sesi duyulurdu. 

Ekrem'in sesinden, 'Ülkücü grubun eksiksiz mevcut ve keyifli olduğu' anlaşılırdı. 

Ekrem, içimizdeki insan sevgisinin müşahhas dışavurumuydu.

O da hepimiz gibi dört yılda okuldan mezun oldu. Sonra görüşemedik. 

Aradan geçen 30 yıldan sonra önceki gün Ekrem'den yazılı bir mesaj aldım. 

Cümlenin başında, sanki amcaya verilen gecikmiş bir doğum müjdesi, ikinci yarısında ise yürekleri ölü evine çeviren bir kasvet vardı. 

Ben DTCF'den Ekrem Kılıç, 'Kızım Hilal'i, FETÖ'den açığa aldılar; kızıma iftira atıyorlar; O'nu bir dinler misin?' diyordu.

Aman Allah'ım!.. Ekrem'in, kendisi gibi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olmuş bir kızı varmış... Ekrem kızıyla kim bilir nasıl da gururlanmıştı!..

Peki ya şimdi ne olmuştu?

Köye televizyon yayını gelir gelmez, ekrandan oğlunun kara haberini alan anne gibi kalakalmıştım.

İşte o Hilal yeğenimle dün tanıştık. 

Babasının kızıydı. Gaziantep'te okumuştu… Bunalsa da darlansa da kimseden burs almamıştı. Şartları zorlamış, ev tutmuş; cemaat yurdunda filan da kalmamıştı. 

Ülkücüden başkasıyla teşrik-i mesaide bulunmamıştı.

Tesettürüyle okumuş, mezun olmuş, maaşını almış, Bank Asya'ya yatırmamış. Evlenmiş, yuva kurmuş; babasının yolundan hiç ayrılmamış, gazeteye dergiye filan da abone olmamıştı. 

Hocasından da FETO'sundan da, soruşturmasından da ihracından da bir kez daha tiksindim!..

Ülkeyi bu hale getiren siyasi sorumlular hiç istifini bozmazken, FETÖ'nün elebaşları Amerika'da fink atarken bula bula bizim Ekrem'in kızını bulmuşlardı!..

Neymiş efendim? Telefonunda görünmezmiş; ama: 'Avea'da böyle sorunlar oluyormuş; IP çakışmasından telefon numarasında Bylock varmış'tı.

Bylock deyince bizde akan sular dururdu.

Ama araştırınca gördük ki sadece suların durmasıyla olmuyordu. 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu: 'İkinci Bylock listesinde operatörden kaynaklanan hatalar var; inceliyoruz' diyeli 4 ay olmuştu. 

Ama o listedeki Hilal'in yürek çarpıntısı, durmamıştı. 

Acaba bu adamlar, Anadolu insanının bir mesleği kaç nesilde, hangi çamurlu yollardan tertemiz paçalarla geçerek elde ettiğini biliyor muydu? 

Neymiş efendim? Avea'dan internet kullanımında bulunan dört kişiye aynı IP (yani internet erişim kimliği) numarası verilebiliyormuş!.. 

Bu nedir biliyor musunuz? 

'Bir yanlışın üç doğruyu götürmesi'dir!

Mülkün temelinin dinamitlenmesi, adaletin ölmesidir!..

Bir kere bu kızımız FETÖ'cü olsa bir yerden sonra kaderine razı olur, gider cemaatiyle halleşirdi. 

30 Yıllık Türk Eğitim-Sen'li babasının 30 yıllık Ülküdaşını ve kendisinin Ülkücü hocalarını arayıp bulmazdı. 

Hilal FETÖ'cü olsa, telefonunu ve bilgisayarını savcıya teslim etmek istediği zaman 'onlarda bir şey olmayabilir' cevabını almazdı!..

Hilal'de Bylock olsa, sorumlular hakkında kamu davası açmazdı.

Biz de onlara 'Bylock telefona yüklü değilse insanı niye lekeliyorsunuz?' diye sormazdık.

KHK'larla açığa alınıp da intihar edenlerin sayısı 20'yi geçti. 

Sonradan bazılarına 'masummuş' dediler. 

İşini düzgün yapmayanın 'katil' olduğu bir süreçteyiz!..

Zekeriya Öz'ü, Önder Aytaç'ı, Emre Uslu'yu kaçırdınız; bari Adil Öksüz'ü tutsaydınız, belki bu işler biraz içimize sinerdi!

Oğlu görevden alınınca intihar eden İmam'dan sonra dün de Türk Sağlık Sen üyesi Dr. Orhan Çetin, İzmir'de hastanenin onuncu katından atladı ve öldü. 

'Hain' olsaydı büyük ihtimalle ölmezdi!.. 

Şimdi biz, Milli Eğitim'den Hilal'in görevine iade kararını bekliyoruz.

Çünkü eğer Hilal 'FETÖ'cü' olsaydı… 

Ekrem ölürdü; ama O'nu bize göndermezdi!

Şükrü ALNIAÇIK / ORTADOĞU GAZETESİ