Gerçekleri hayalleriyle katlayıp istifa formundan uçaklarla hülyalara dalanlar origami sanatında Japonları geçmiş görünüyorlar. Sendika genel merkezlerinde, önlerinde biriken istifa formlarından bunalıma giren bazı sözde sendikalar (Bunu biz demiyoruz hızla istifa eden üyelerin tavrı bunu açıkça gösteriyor.) çözümü istifa formlarından kağıttan kaplan üretmekte bulmuşlar. Bu konudaki yaratıcılıklarını alkışlıyoruz. Komik de değil, komik ötesi bir şey oldular. Onları anlıyoruz…İstifa formlarının yüzlerine çarpılması gerçeğini kabullenmek kolay olmasa gerek…

Satış kurgusu üzerinden kendinden olmayanı şuursuzlukla suçlayacak kadar şuursuzlaşanlar, son birkaç yılın mutabakat metinlerinde uğradıkları hüsranın çarpılmışlığıyla eriyen sendika gerçeğinden;  ‘’Çarp, böl, topla. Bak, biz kazandık’’kurgusuna erişmişler.

 Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi eski başhekimi Mazhar Osman bir yazısında ‘’Şükürler olsun, devleti kurtarma şuurundan kendimi kurtarma şuuruna eriştim.’’ diyordu. Devlet’i kurtarma şuurunu kaybedenlerin doğal olarak kendilerini kurtarma şuurlarını da kaybederek şuursuzlaştıkları günleri yaşıyoruz. Bahar çarpması gibi bir şey herhalde… Yaz, gelince düzeleceğini umuyoruz.

İstifaların sendikalarda böyle bir şuursuzlaşmaya yol açtığı gerçeği de böylelikle kamuoyu tarafından net bir şekilde görülmeye başladı. Bu durum bize; ‘’Tehlikeye düşen vücut için şuur bir safradır’’ gerçeğini hatırlatıyor.

Beyefendiye göre; ‘’İkiye katlayıp, dörtle çarpıp saha dışına yollamak bir inanç ve aidiyet duygusunun göstergesiymiş. Böyle bir sonuç ancak idealist dava adamlarınca gerçekleştirilebilirmiş.’’

Sendikacılığın terazisi bellidir. Kemikli, kemiksiz kaç okka tuttuğunuz 15 Mayıs mutabakatlarında kelin takkesi gibi önünüze düşmektedir. Arşın ortada iken Halep’i aramanıza da gerek yoktur.

Yine beyefendi; ‘’Sayısal olarak bir ilkesi, bir ideali olamayan kuru kalabalıklar, elbette ki idealist azınlıklar karşısında ezilmeye mahkûmdurlar. Sosyal ve siyasal hayat bu eziklerin hikâyesi ile doludur.’’ buyurmuşlar.

Psikolojide ezikliğin dışavurumu babaya isyandır. Devleti baba bilenlerin isyanı da doğal olarak devlete olmaktadır. Kimin kime isyan ettiği konusu ise su götürmez bir gerçek olarak kamuoyu önünde sergilenmektedir.

Eğitim-Bir-Sen camiasının kimseye rüştünü ispat etmeye çalışmak gibi bir ergen tavrına da ihtiyacı yoktur.

Günümüz insanı gerçeklerin yanı sıra üretilmiş gerçekliklerle de birlikte yaşamakta; medyanın etki gücünü arzuları doğrultusunda kullanmak isteyenlerin ürettiği gerçekliklerle olgusal ve algısal bir kurgunun içerisine hapsedilmektedir.

Henry Kissinger’a atfedilen ‘’Bir şeyin olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir.’’ sözünden hareketle; sürekli olarak‘’satış, yandaş, sendikamsı, malum sendika’’kavramlarının arkasına sığınarak algıdan olgu üretme/türetme cambazlığınız tutmuyor, tutmayacak…

Kimse sizin üretilmiş gerçekliklerinize teslim olmuyor ki; MEMURSEN’de, Eğitim-Bir-Sen’de her geçen gün daha da büyüyor.

Algı yönetmenlerinin bir numaralı oyunu, niçin? Sorusunun sorulmasına izin vermemektir. Siz, niçin sorusunu gizleyemeyeceksiniz.

Madem bu kadar kahramansınız o halde cevap verin, niçin her geçen gün daha da eriyorsunuz?

Tıpkı ‘’Alis Harikalar Diyarında’’ masalında olduğu gibi, sanal tavşan deliğinden dünyaya analiz kasmaya çalışanlara harikalar diyarında bol rüyalı, hülyalı günler diliyoruz. Hayalleriniz bol olsun.

Sorum şu, seni bu yokuş’a kim sürdü?

 

Celal DEMİRCİ

Eğitim-Bir-Sen İstanbul 5 Nolu Şube Başkanı