Avukat Serdar Bülent YILMAZ KESK'in 15 Temmuz sonrası ve Terörle arasındaki mesafe sorununu gündeme getiren bir yazı kaleme aldı.

İşte Star Gazetesindeki o yazı;

15 Temmuz gibi reel politik gündemlerin ötesinde değerlendirilecek, herkesin kendi namına bir hisse çıkarması gereken bir büyük badire yaşadık. Bu hadiseyi içeride ve dışarıda özellikle yanlış tercüme eden, çarpıtan çevreler görüyoruz. Bunların başında sol Kemalist ve sol Kürtçü çevreler geliyor.

Türkiye, ne zaman üzerinde kurulduğu toprağın fıtratına, toplumun değerlerine yaslanan bir çizgiye yaslanmaya çalışmışsa en fazla tepkiyi sol sosyalist seküler örgütlenmeler göstermiştir. Çünkü bu kesimler, Anadolu’nun özüne uygun bir sistemi hatta bir niyeti kendileri için bir tehdit olarak görmektedir.

Türkiye’de sol muhalefet 19. yüzyıl aydınlanmacılığını aşamamış arkaik bir Kemalizmle, 1940’ların Kemalizmini Kürtçülükle birleştirerek oluşturulan Apoizm arasında aşırı laik bir sarkaçta salınıp durmaktadır.

İdeolojik kök olarak Kemalist soldan filizlenen ve zamanla bünyesine aldığı (veya girdiği) sosyalist Kürtçülükle mezcolan KESK, bu toprakların değerlerini kendisi için bir tehdit olarak gören bu ultra seküler yapılanmaların başında gelmektedir. 28 Şubat döneminde KESK, TİSK ve DİSK gibi yapılanmalar adeta Türkiye’deki ideolojik yabancılaşmanın çatı örgütleriydi. 28 Şubat’ın beşli çetesinin ağırlığını kaybettiği bir ortamda tümü ve daha fazlası adına bu misyonu bugün itibariyle KESK üstlenmiş görünüyor.

Jakoben modernist aydınlanmacılığın temsilcisi olan bu sol sosyalist köke sahip yapılar, Anadolu toplumunun, karanlığın ve gericiliğin içinde boğulduğu ön kabulüyle konumlanmıştır. Bu ideolojik tavırda, Batılı bir müsteşrikin Doğu toplumuna bakışı hâkimdir. Kemalizm ile Apoizmi birbirine yakınlaştıran üzerine oturdukları ideolojik köktür. Bu anlamda en ilginç örnek ise KESK’in Kemalizmden Apoizme evrilişidir ki bu evriliş ancak bu ideolojik kökle açıklanabilir.Zira her ikisi de jokoben modernist aydınlanmacılığın tornasında şekillenmiştir.

Kavram istismarı

Özüne yabancılaşmış yapılar, yabancılaşmayı aşabilmek için genel kabul görmüş bazı kavramlardan referans alarak söylemini meşrulaştırmaktadır. Demokrasi, insan hakları, özgürlük, barış, emek, halk, adalet, ilericilik, hümanizm, aydınlanma, yüzleşme ve daha nice kavram söylemin merkezine yerleştirilmektedirler. KESK’in de parçası olduğu bu geniş modernleşmeci kesimler, tepe tepe kullandıkları bu kavramların içeriğini boşaltarak onları ideolojik formda yeniden tanımlayarak araçsallaştırmakta, istismar etmektedir. Mesela PKK gibi terörizmi bir yöntem olarak kullanan bir grubun en çok kullandığı kavram barış ve demokrasi olabilmektedir.

Bu kesimler için özgürlük sadece kendilerine yakın çevrelerin sorunudur. Gericilik veya faşizm ise kendi faşizmlerini örtercesine dindarlarla ilgili kullanılır. İnanç özgürlüğü konusunda Müslümanların kamusal hakları karşısında düşmanca tutum alırken, mesela Yezidilerin haklarının gasp edildiğinden dem vurabilmektedirler. Alevilerin hakları ile ilgili yaptıkları açıklamaların yüzde birini bile Sünni kesimin üzerindeki baskılarla ilgili yapmamışlardır. Bu açık çifte standardın nedeni kalkış noktasının ‘hubb-u Ali değil, buğzu Muaviye’ olmasıdır. Böylece aydınlanma putunu da yemiş olmaktadırlar.

Bu ideoloji Batı karşısında sığınmacı ve komplekslidir. Kendini Batılı gibi görmekte ama öyle kabul edilmemenin ezikliğini taşımaktadır. Kendi halkına ve değerlerine sırt döndüğü oranda alkışlandığından, ancak bu tutumu sürdürmekle kabul göreceklerini sanmaktadırlar.

İlerici - gerici ayrımı

OHAL kararnamesiyle ‘terörle ilişkisi olduğu’ öne sürülerek Hatay’da açığa alınan 900 KESK/Eğitim Sen üyesini Başkan Karaca, bunların tamamının Atatürkçü, laik, ilerici öğretmenler olduğu, tek suçlarının gerici olmamak olduğunu, söylerken solun geleneksel ve çelişkilerle dolu yaklaşımını terennüm ediyor. KESK’in dilinden düşürmediği “ilericilik ve gericilik” kavramlarına yaklaşımı da diğerleri gibi tutarsızdır. 15 Temmuz darbesi karşısındaki tutumu bu tutarsızlığın aynası oldu adeta. KESK’in ideolojik referanslarına göre ilericilik iktidarın kaynağı olarak halkın kabul edilmesini gerektirdiği halde 15 Temmuz 2016’daki halk iradesine el koymaya kalkışan“gerici” bir darbe girişimini genelde sol, özelde KESK görmezden gelmeyi, bilahare de çarpıtmayı tercih etti.

KESK’in bu tutumu, İttihatçılıktan Kemalizme, oradan da Kürtçü sola geçen laiklik merkezli ilericilik-gericilik anlayışının ürünüdür. Bu komitacı anlayış için ilericilik meselesi özgürlük ve demokrasiden daha önemlidir. Hatta bu kesim için laik bir diktatörlük, dindar bir demokrasiden daha evladır, dersek yeridir. Bu sol anlayışın demokratik yolla iktidara gelmiş bir başbakanı ve iki bakanı idam eden 27 Mayıs faşist darbesini “ilerici devrim” olarak sahiplendiğini hatırlayalım. Aynı tavır,28 Şubat’ta da sürmüştü.

Kavramları, kendilerini temize çıkarmak ve rakiplerini şeytanlaştırmak için araçsallaştıran sol, yıllarca Kemalist Türk ve Apocu Kürt solunu ilerici, İslami kesimleri ise gerici olarak niteledi. KESK’in kurucularından Tayfun İşçi, Hoşçakal Bizim KESK adlı kitabında; bir gün sendikanın bir panelinde düşünce özgürlüğü konusu konuşulurken sendikalı bir okul idarecisinin okul içinde başını açmasına karşın okul dışında “türban” takan bir öğretmenin cezalandırması için soruşturma başlattığını söylediğini, kendisinin bunun hem emekçiye karşı işverenden yana tutum takınmak hem de düşünce özgürlüğüne aykırı davranmak anlamına geldiğini söylediğinde salondakilerin tepki gösterip ayağa kalktıklarını bütün salonun üzerine yürüdüğünü anlatıyor. Kendi dilinden KESK’in ideolojisi bu işte!

Kavramları dilediği gibi kendine yontan solun kavram kurgusuna büyülenmişçesine inanan sosyalist kesimin içinden ilk ciddi itiraz İdris Küçükömer’den gelmiştir. Akademik hayatına mal olması pahasına Küçükömer, 60’lı yıllarda solun kategorizasyonlarını temelinden sarsmıştır.Küçükömer genel yargıların aksine, İttihatçılar, 1. Mecliste 1. Grup, CHP ve Kemalist sol, Milli Birlik Komitesi’nin sağı; Mehmet Akif, Said Halim Paşa gibi kişilerin içinde yer aldığı dindar kesimlerin ve 1. Meclisteki 2.Grup, Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka, Demokrat Parti ve Adalet Partisi’nin solu temsil ettiğini anlatmıştır. Yanı sıra, Solun yıllarca “en demokratik anayasa” diye sahiplendiği 1960 darbe Anayasası’nı ise antidemokratik bir anayasa olarak nitelemiştir. Küçükömer, sol derken değişimden ve halk iradesinden yana olanları, sağ derken de statükocuları kast etmektedir. Buna göre solun ilerici - gerici ayrımı tersyüz olmaktadır.

KESK’in PKK ile imtihanı

Sovyet rejiminin çöküşüyle, ideolojik iddialarını yitiren ve böylce söylem gücü zayıflayan Türk solu, sosyalist Kürt milliyetçiliğinin peşine takıldı. 90’lı yıllarda kendisini kitleselleştirecek araçlar arayan PKK ise bağlılarını sol sendikalara yönlendirdi. Sonuçta Kemalist Türk solu ile Apocu Kürt solu KESK’te bir araya gelmiş oldu. Böylece sol, fantezilerini üzerinden gerçekleştireceği dinamik bir muhalif kitle bulmuş oldu. Eski devlet anlayışının 90’lı yıllarda travmatik hale getirdiği bölge insanı, PKK eliyle Türk solunun nesnesi kılındı. Türk solu, içinde bizzat yer almadığı çatışmalarda, PKK söylemini destekleyerek ölüme sürüklediği Kürtler karşısında nedamet getirmek şöyle dursun, kitlesini canlı tuttuğu için ölümü ve kanı memnuniyetle karşıladı.

KESK paravanı arkasında PKK’lıların “sendikal eğitim” adı altında eğitildiğini, Tayfun İşçi kitabında açıkça anlatıyor. Aynı kitapta KESK’in bölgede adeta HADEP ve uzantısı olan partilerle ne kadar içli dışlı olduğunu ve adeta partinin bir bileşeni gibi hareket ettiğini görmek mümkün. İşçinin anıları, KESK’in nasıl illegal sol örgütlerin cirit attığı bir yer haline geldiğinin sayısız örnekleriyle dolu. Sendikanın PKK’yla kurduğu ilişkinin kongrelerde şiddetli tartışmalara yol açtığını görüyoruz.

Yazının devamı İçin TIKLAYINIZ

Star gazetesi