Yolculuk halindeyim.

Kış sonrası, ‘Bir daha o çiçekli bahçeler, yemyeşil bağlar tekrar gelir mi?’ diye beklerken; bir de baktım yol boyu, o dünkü kupkuru olan ağaçlarda rengârenk bir kıpırdanma başlamış.

‘Geldi, geldiiii!’ diye sevinç çığlıkları atasım geldi.

Geçen hafta aynı mahalden geçerken gözümüze ilişen o kupkuru dallar, bir hafta sonra bugün pespembe, bembeyaz kaysı, badem çiçekleri ile dolmuş.

Adeta size ellerini uzatmışlar ve buket buket çiçekler takdim ediyorlar.

Bu nedir Allah’ım! Bu nasıl bir mu’cizevi değişimdir!

Kupkuru ağaçtan bembeyaz, pespembe, kıpkırmızı çiçekler!

Nasıl heyecanlanmaz insan? Nasıl tefekkür etmez?

Hem öyle çiçekler ki, nazenin, pırıl pırıl, incecik, nakışlı ve işlemeli dokumalar… Bir de, yetmiyor, o çiçeklere uygun müştaklar, âşıklar…

Biraz yaklaştım, aman ya Rabbi, o ne ilgi, o ne alâka?!

Her bir dalda, çiçeklerle sarmaş dolar, arılar, kelebekler, böcekler…

Çiçeği yaratan, ona âşıkları yaratmaz mı?

Bir de o ne muhteşem ses cümbüşü!

Vızır vızır arı kovanı gibi bir uğultu…

Her mahlûkta ahenkli bir düzen işliyor, apaçık bir nizam var orta yerde.

Hemen aklıma aynı hafta kompozisyon derslerinde işlediğimiz bir konunun içindeki Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın bir cümlesi geliyor. ‘İlim kâinatın nizamını keşfe çalışır.’

Aslında bütün ilimlerde bu nizam var. İşte bu nizamı, düzeni, intizamı, tertibi keşfetmek aslında tam da olması gerekendir. O zaman o talebeler sadece odun yığınları kabilindeki bilgileri toplayan değil, onları toplayıp aynı zamanda da yakan birer ilim talebeleri haline dönüşüyor.

Din ilimleri ile fen ilimlerinin mezci bunun için önemli.

Yine kıymetli profesör bir cümlesinde, işte bundan dolayı diyor, ‘Kompozisyon derslerini insan olmanın başlangıcı sayarım.’

Evet, insan varlık üzerindeki kompozisyonu, nizamı, düzeni okumakla görevlidir. İnsanın ahsen-i takvîmde yaratılması bundandır. 

Yaratıcının san’at eserlerini tefekkür vazifesi sadece insana verilmiş. İşte insan bu vazifeyi yapmazsa, o zaman insan olma noktasında gerekli adımları atmamış demektir.

Üniversiteler aslında bu amaca hizmet ederler. Birbirinden farklı disiplinlerden her biri, bir varlık üzerinde aslında bu nizamı okuyor, talim ediyor ve tazim ediyor. Tıp bilimi, ziraat, mühendislikler ve diğerleri…

Edebiyat, bir kitabın kusursuz tanzimini gerektiriyor. Binlerce kelimesi olan bir kitabın içindeki bir kelimenin fazlalığı dikkat çekiyor. Edebiyat, kompozisyon işte bunu düzeltmek için vardır.

Tıp bilimi, Rabbimizin muhteşem san’at eseri olan insan üzerinde çalışıyor. İnsandaki nizamı okuyor. Hatta nizam bozulunca, hastalıklar meydana geliyor ve onları tekrar nizama koymaya çalışıyor.

Tıp deyince hastalıklar akla geliyor. Aslında gelmesi gereken hastalıklar değil, sağlıklılık halidir. Tıbbın asıl görevi sağlıklılık halinin devamını sağlamaktır. Hastalıktan uzak tutmaktır. Yani aslolan sağlıktır, hastalık tebeidir.

Evet, yol boyu çiçek açmış ağaçlar bize hikmet okuması yaptırdı. Mana-i harfi bakışı, yani san’ata, San’atkâr cihetinden bakmayı sundu. Bu aynı zamanda bir pozitif bakış örneği oldu.

Bediüzzaman’ın, ‘Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyor’ diyen liselilere verdiği nasihatı şimdi daha iyi anlıyorum: “Sizler muallimleri değil, okuduğunuz fenleri dinleyiniz. O fenlerden her birisi kendi lisan-ı mahsusuyla Yaratıcısından haber veriyor.”

Evet, evet; her dem, musıka-i İlâhî, kâinatta güm güm ederek, san’atını icra ediyor. Dinleyelim!

Kaynak:Yeni ASYA Gazetesi

Kamu ajans, Kamudan haberleri ve gelişmeleri  Ajanskamu farkıyla aktarmaya devam edeceğiz.

Ajans kamu Haber/ www.ajaskamu.net