'İstiklal Marşı’nın kabul edilişinin 97. yılında, Türk milletinin bağımsızlık aşkını, vatan sevdasını, imkânsızlıklar içerisinde destansı bir mücadeleyle yeşerttiği Devletini mısralara dökerek bizlere ölümsüz bir rehber bırakan büyük şair ve dava adamı Mehmet Akif Ersoy’u saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.

 

Bundan 100 yıl kadar önce, Osmanlı İmparatorluğu paramparça olmuştu. Son vatan toprağımız Anadolu’nun dört bir yanı, düşman postalları altında inim inim inliyor, neredeyse şehit vermeyen hiçbir aile kalmamıştı.

 

11 yıl süren savaşlarda, 13 milyon nüfuslu Anadolu topraklarının 1 milyon 565 bin evladı kayıp, esir ya da şehit olmuştu. 20 milyon kilometrekareye hükmeden koca bir imparatorluk, I. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Sevr Antlaşmasıyla 300 bin kilometrekarelik bir toprak parçasına hapsedilmiş; orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, bütün kaleleri zaptedilmiş Türk milleti, bir kurtarıcı bekliyordu.  

 

İşte bu kara günlerde bir avuç vatan sevdalısı, harap ve bitap düşmüş bu milleti ayağa kaldırarak istiklal ateşini yakmak, herkesin tükendi dediği Türk milletinin dünya durdukça var olacağını haykırmak üzere “Türk'ün haysiyet, izzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü ya istiklâl ya ölüm!” parolasıyla yola çıkıyordu.  Türk milletinin verdiği bu istiklâl ve bağımsızlık mücadelesi kararı ise İstiklal Marşımızda

 

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım.

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım,

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.” dizeleriyle dile gelmekteydi.

 

Olağanüstü dönemler, olağanüstü dehalara, olağanüstü insanlara ihtiyaç duyar. Bu olağanüstü dönemde Devletimizin siyasi temelleri, bin yıllık kadim yurdumuzda bizleri boğmaya ve yok etmeye and içmiş yedi düvele, dönemin en yüksek teknolojisine, en donanımlı askerlerine karşı yokluklar içinde yürütülen askeri savaşın başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından atılırken; manevi ve kültürel temellerinin mimarı da hiç kuşkusuz ki, istiklâl şairimiz Mehmet Akif Ersoy olmuştur. 

 

Dilimizin en güzel şekliyle kullanıldığı, ay yıldızlı al bayrağımıza seslenen ve kahraman ordumuza ithaf edilen, Mehmet Akif Ersoy’un dizeleriyle ölümsüzleşen, bağımsızlık destanımız İstiklal Marşımız, Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu dönemlerinde Türk milletine ve ordumuza büyük bir manevi güç aşılamıştır.

 

Düşmanın Polatlı yakınlarına kadar ilerlediği, Meclis’in taşınmasının dahi tartışıldı dönemde; Türk milletinin zafere olan inancı, başarma azim ve kararlılığı,

 

“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun! Korkma, nasıl böyle bir imanı boğar,

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?”  dizelerinde hayat buluyordu.

 

Her ne kadar meydanlardaki savaşı kazanmış olsa da aydın bir gençlik yetiştiremeyen, stratejik düşünme kabiliyetini kaybetmiş, birlik ve dirlik içinde olmayan bir topluma karşı, düşman saldırılarının devam etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu bakımdan sayısız şehit vererek elde ettiğimiz istiklâl ve bağımsızlığımızı korumak, bu milletin bir daha işgal, bölünme ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaması için her türlü tedbiri almak ve uyanık olmak hayati derecededir. Sahip olduğumuz değerlerimizi, istiklâlimizi, cumhuriyetimizi, demokrasimizi korumak zorundayız.

 

Kahraman ordumuz milletimizin içine nifak tohumları saçmak isteyenlere, topraklarımızda gözleri olanlara, yıllardır planlı bir şekilde esaret altına aldıkları fikirleri ve vicdanları da kullanarak dört bir koldan devletimize ve milletimize karşı saldıranlara dur demek; devletimizin varlığına, milletimizin huzur ve geleceğine kast edenleri bertaraf ederek bölgemize adaleti ve barışı tesis etmek üzere kutlu bir yürüyüş başlatmış bulunmaktayız.

 

Geleceğimizden endişe etmiyor, korkmuyor, damarlarımızdaki asil kana güveniyoruz. Geçmişimizden aldığımız derslerle, İstiklâl Marşımızın verdiği feyzle, muhteşem ceddimizin açtığı yoldan giderek Türk milleti, bu topraklar üzerinde hür ve bağımsız olarak barış, çevresinde kurduğu kardeşlik ve dostluk içinde ebediyete kadar yaşama azim ve kararlılığındadır.

 

İstiklâl Marşımız, “Korkma!” diye başlamakta, “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” dizesiyle son bulmaktadır. Tıpkı son Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi bugün de etrafımızı saran ihanet çemberini yarmak üzere korkusuzca başlattığımız harekatta, Hakk’a tapan milletimizin bu topraklarda ebedi istiklalini ve istikbalini sağlayacağımızdan şüphemiz yoktur.

 

Türkiye Kamu-Sen olarak, yok olmak üzereyken bu millete iman ve inanç yükleyerek adeta küllerinden yeniden doğmasını sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına;

 

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda,

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda,

Canı, cananı bütün varımı alsın da Hüda

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” dizelerindeki duygularla gerek sınırlarımız içinde gerekse Zeytin Dalı Harekatı gibi sınırlarımız ötesinde vatanı, milleti, ülkesi ve namusu için canlarını vermekten çekinmeyen tüm gazi ve şehitlerimize olan minnetlerimizi bir kere daha ifade etmek istiyorum.  

 

Bizlere içinde bulunduğumuz durum ne olursa olsun her daim hakkı savunmayı öğütleyerek sendikal düsturumuzun da temellerini şekillendiren ve İstiklâl Marşımızı hediye eden Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anıyorum.  Bizlere bu güzel vatanı, bu erdemli Devleti miras bırakan kahramanlarımızın emanetlerini kutsal bilip, canımız pahasına sahip çıkacağımıza dair söz verirken, Akif’in dediği gibi “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın.” diyor, İstiklal Marşımızın kabulünün 97. yıldönümünü kutluyorum.'