Eğitim ve öğretim işini önemseyen biri olarak çağdaşlaşmayı ne sırça köşklerde bağdaş kurma ne de iskemlelerde oturup kalkma şeklinde anlıyorum. Gerek masa başında ve gerekse sahada neler olup bittiğini bilmek ve bildirmek benim de hakkım. Çağın gereklerini, ihtiyacını ve geleceğe dair ne varsa oturup düşünmek zorundayız.

Uzmanlar, anaokulu çağındaki çocuğun iki ay da kalsa ilkokula gönderilmesine kesinlikle karşıdır. Bebeklik ve ilkokul dönemi çocukluğunun kişisel gelişimini tamamlayabilsinler diye. Bu kişisel gelişimlerini tamamlayan çocuklar anaokulunda çeşitli el becerileri ve sosyal aktivitelerle bir sonraki yıl yani öğretim yılına hazırlanırlar. Burada amaç çocukların başka çocuklarla daha iyi ilişki kurmasını, olaylara pozitif bakmasını, kötü şeylerden daha az etkilenmelerini sağlamak. Böylece çocuk sosyal hayatta başarılı olur. Daha sonra çocuk kendine güvenir, verimli, hedeflerine odaklanmış bir birey olur. Çünkü kişisel gelişimini tamamlamış bir çocuk negatif düşüncelerden arınmıştır. Kaybetse bile bu, onun için dünyanın sonu değildir.

Şimdi gelelim ilkokula. Öğretmenler daha ilkokul birinci sınıf öğrencisi için test kitapları istiyor. İlkokulda çocuk kendisinden istenen beceriyi gösteremiyor. Sadece test ile başarısı ölçülüyor. Zekâ seviyesi test sonucunda belli oluyor. Öğretmenlerin ellerinden gelse anaokulda da çocuklara test verecek. İyi ki anaokulu öğrencileri okuma yazma bilmiyor. Velilerden yardımcı kaynak kitap olarak bu test kitapları alınıyor. Bu da yetmiyor, öğrenciler hafta sonları özel etüd merkezlerine gidiyor. Orada test ve tost ile muhabbetini ilerletiyorlar. Bütün bunlar öğrencinin en iyi ortaokula gitmesi için yapılıyor.  

Ortaokul ve lisede durum yine değişmiyor. Milli eğitim müfredatında ortaokul ve lisede öğrenilecek konular bir kenara atılıyor. Koca koca profesörlerin bin bir emekle hazırladığı kitaplar çöpe atılıyor. Ortaokuldakiler en iyi liseye, lisedekiler de en iyi üniversiteye gitmek için test kitapları ve hafta sonu özel kurslara rağbet ediyor, bu durum giderek de artıyor. Özellikle liseler, üniversiteye kayıt yapmak için ihtiyaç duyulan lise diploması dışında başka bir işe yaramayan kurumlar haline dönüşüyor.

Bir dönem “Yedi Güzel Adam” ve Kara Lise etrafında dönen edebî, sosyal ve siyasal dönüşümler şimdilerde devam ettirilemedi. Maalesef düşünce yüklü bulutlar insanımıza bir iki gömlek büyük geldi. “Ben buz dağına şiir yazıyorum.” Diye merhum Cahit Zarifoğlu’nu çocuklarımız ezberlemişti şiirlerini. Liseye gelelim de bu şiirler gibi şiirler yazalım. Kara Lise diye haykıralım. Bazen şiir bazen de meydan okuyalım.

Merhum Mehmet Akif İnan ve arkadaşlarının “Fabrikalar okul olmalı, teknik okular da fabrika” sözünden çok uzaklaştık. Hiç olmazsa dört yıl olan liselerin son sınıfı müfredat dışında sadece üniversiteye hazırlık sınıfı şeklinde düzenlensin. Böyle bir müfredat uygulanırsa öğretmenler de rahatlayacaktır, öğrenciler de. Diyelim ki okul müfredatını uygulamak istemeyen öğretmenler bu sınıflarda değerlendirilebilir. Ki bu hocaların çoğunun dershane tecrübesi de vardır.

Modern yaşamla birlikte insanlarda çıkan zaman sorunu nedeniyle yazarların uzun hikâyeden bıkıp yerine birer paragraflık minimal hikâyelere küçürek hikâye diyoruz. Buradan mülhemle bugünkü eğitim öğretim meselesini küçürek öğretim olarak adlandırdım. Bu konuda haksız da sayılmam. Semtlere Göre Dualar adlı bir kitapta İstanbul’un Şişli ve Etiler ahalisinin “Allah’ım sabır ver ama çabuk olsun.” Duası da konumuzu ve eğitim-öğretim sistemimizi çok iyi özetler bence.

Eyyup Azlal / MİLAT