Bâzı ağaçların gölgesi zehirli olurmuş. Gölgesinde yatıp uyuyan bir daha uyanmazmış. En hassas müessesemiz olan Millî Eğitim’e de Hasan Âli Yücel’in zehirli gölgesi düşmüş. Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün “Hasan Âli Yücel Edebiyat Ödülleri 2019 Öğretmenler Arası Kısa Öykü Yarışması” tertip ettiğini okuyunca, kansere dönüşmüş doksan yıllık “eğitim ve öğretimin” (doğrusu tâlim ve terbiyedir) resmî adresi MEB’in adam olmayacağına bir daha kâni oldum.  

Millî kavramıyla bir türlü alâka kuramayan bu bahtsız müessese her hükümet döneminde millî muhtevasıyla millet çocuklarının önüne çıkacak, diye pür-heyecan beklenen bir müessesedir. Mukaddesatçı ve muhafazakâr intiba uyandıran, fakat bu mânada sınıfta kalan, beklenileni veremeyen iktidarın uhdesindeki MEB’in Hasan Âli Yücel gibi Kemalist (CHP ile eş mânaya gelir) Tek Parti Dönemi’nin en uzun MEB Bakanlığı yapmış, eğitim ve öğretim hayatımızı Batılı seküler anlayışlarla doldurmuş ve millet nazarında şaibeli bir şahsın adına “öykü yarışması” (doğrusu hikâyedir) tertip etmesi akla ziyan bir faaliyet… 

Zavallı Millî Eğitim’in aklı Hasan Âli Yücel’de kalmış. Bir devrin kapandığını söyleyen iktidarın Millî Eğitim Bakanlığı’nda Hasan Âli Yücel’in ne işi olabilir? Kemalist karanlık bir devrin eğitim bakanının uygulama ve düşünceleri kutsanıyor mu? Eğer böyleyse MEB gaflet ve dalâlet içindedir.   

Türkçe kelimeleri hâlâ doğru olarak kullanmasını bilmeyen, hikâye yerine öykü diyen MEB’in, Hasan Âli Yücel’in dimağımızı Yunan ve Batı klasikleriyle zehirleyen seküler ve Kemalist zihniyetini de bilmediği kanaatindeyiz. Biliyorsa şayet o zaman art niyetli veya gâfil!       

Türkçe Kur’ân ve Türkçe İbadet projesinin elebaşlarındandı  

“Hasan Âli Yücel” kitabından (Kemal Kocabaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları) hülâsa ettiğimiz hâl tercümesi ve cemaziyelevveli şöyle: Lâdinî ve pozitivist Kemalist inkılâplara 1927’de Milli Eğitim Bakanlığı müfettişliğiyle başlayan hizmeti; 1933-35 yılları arasında Ortaöğretim Genel Müdürlüğü vazifesiyle süren Hasan Âli Yücel 1935’de CHP İzmir milletvekili olarak “dokunulmaz ebedî şef” M. Kemal’in gözdesi olur ve 1938’de Millî Eğitim Bakanı yapılır. Bin yıllık Müslüman Türk kültür ve müesseselerini “redd-i miras eden” Kemalist cumhuriyete 1946 yılı sonuna bakan olarak hizmet eder. Latin alfabesinin şedit bir taraftarıydı.  'Türkçe Kur'an' ve 'Türkçe Resmi İbadet Dili' projelerini İnönü'ye aşırı ısrarlarına rağmen, İnönü bu projeleri gerçekleştirmekten çekinmiş ve kabul etmemiştir.  (Burhan Bozgeyik, Meşhurların Son Anları)   

Atatürkçüler tarafından “Türk Rönesansı” (Müslüman Türk irfânından pozitivist Avrupa aklına iltica demektir) denilen 23 yıllık Kemalist Cumhuriyet ideolojisinin en baş teorisyen ve pratisyenlerindir. 27 Mayıs 1960 Darbesi’ni ayakta alkışlayanlardandır. Kanlı cuntacılar mükafat olarak onu 1961’de Kurucu Meclis Üyesi yaptılar.  

Nev-Yunanî ve Batıcıydı       

Müslüman Türk çocuklarının ahlâk ve seciyesini bozmaya azmetmiş Köy Enstitülerinin kurucu baş aktörüdür. Kendisi gibi Nev-Yunanî ve Batıperest şakirtlerinden oluşturduğu Tercüme Bürosuna Batı’nın en müptezel olanı dâhil yüzlerce klasiklerini tercüme ettirerek ilkokuldan üniversiteye kadar resmî tâlimatla (dayatma demek lâzım) okutturduğu vâkidir.  “Şark klasikleri” ni de yayınlatmıştır. Âmenna!  Fakat Tek Parti Dönemi’ son bulana kadar Batı ve Yunan klasikleri gibi dağıtılıp okutulmamıştır. Bu kitaplar Menderes döneminde ancak taşra kütüphanelerine ve mekteplere girmeye başlamış.                                

1940’ta Oryantalistlerin hazırladığı, son derece yanlış ve peşin hükümlü “İslâm Ansiklopedisi”ni, 1943’de “tanrı” gibi taptığı gibi ve ta’zimde bulunduğu İsmet İnönü nâmına “İnönü Ansiklopedisi”ni yayınlanmıştır. Eski Yunan’da şüpheci filozofların başı olan Pyrrhon’un (İ.Ö. 365-275)'nun şüphecilik felsefesini anlatan “Pyrrhonculuğun Esasları” adlı kitabı tercüme ettirerek lise ve üniversitelerde cebren okutan Hasan Âli Yücel, millet çocuklarını emanet ettiğimiz öğretmenlere “öykü” de nasıl örnek bir şahsiyet olabilir?                      

Eklektik ve seküler aydınlar Hasan Âli Yücel’in aydınlanma düşüncesiyle imanı ilahî olanla rasyonalizmi bir arada taşıyan bir eğitimci bakan olduğunu söylerler. Oysa hiçbir zaman tam bir şahsiyeti olmamıştır. A’raf’tadır.  Kendisine ait bir fikri, bir dâvası yoktur. İktidarın, yâni Kemalist hükümetlerin ve cuntacıların yanında yer almıştır. Âmâ üstad Cemil Meriç’in Hilmi Ziya için söylediği “kırk haramilerin bahşişleriyle geçinmiştir” sözünü Hasan Âli Yücel için de söyleyebiliriz.                                                                                                

Ömrünü M. Kemal’e şiirler yazarak geçirdi                             

Devrin yazarlarının dediği gibi “tezatların adamıdır.” Hem Kemalist inkılâpçı, hem dindar, hem mevlevî olur… Fakat hiçbiri değildir... Cumhuriyet dönemi aydınlarının menfî bir vasfı olan müraliğin aynasıdır o. Ömrünü Kemalist Şeflerin eşiklerinde tüketmiş zavallı bir beşerdir. Recüliyeti, yâni erliği, adamlığı cesareti yoktur. Mustafa Kemal’in “Sıfır neye denir?” sualine,  “Sizin yanınızda bana denir, efendim” diyen bir zavallıdır.                                             

Kanlı 27 Mayıs Darbesi’ni kendinden geçerek alkışladı                                                                                                                

Kanlı 27 Mayıs Darbesinin sabahında Dil-Tarih Fakültesinde olduğunu ve düşüncelerini şöyle anlatır: “Varol Atatürk! sesleri, avluyu dolduruyordu. Pencereye koştuk. Fakülte önündeki geniş çayırı kaplıyan bir şey vardı ellerinde. Kenarının her noktasına kızlı erkekli yapışmış gençler, onu yavaş yavaş açmaya başladılar. Atatürk, o koca yeşil sahayı yavaş yavaş kaplıyordu. Tamamı çıktı meydana. Aman Allah’ım! O ne müthiş sevgi feryadı: Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk! Ve Atatürk! Hürriyet, Ordu, Atatürk. ‘Bu bir kutsal üçleme oldu Türk için.  Ordusuz Türk, Türksüz Atatürk ve Ata’sız her ikisi olamıyor. Kırk yıldır, boşuna bu çocuklara hizmet etmemişiz? Onların babalarına, hattâ büyük babalarına, evlâtlarına bu yolda boşuna hizmetkârlıkta bulunmamışız? Sevinçle yaşlanan gözlerim, bunları görerek kapanacak, demek. 27 Mayıs inkılâbı, bu konuda geleceğe en öğretici, en uyarıcı bir derstir.” (Bozgeyik, a.g. e., s.142)

1942 yılı 19 Mayıs konuşmasında Mustafa Kemal’i “milletimizin en büyük evlâdı” ve İnönü’yü de “milletin aziz evlâdı ve Atatürk’ten sonra gelen en büyük Türk büyüğümüz, babamız, başbuğumuz” olarak tavsif eder ve gençlere onu takdim ederken “Biraz sonra, baba yüreğiyle sizi çok seven, sizi çok düşünen Büyük Şefinizi dinleyeceksiniz” diyerek yüceltir.                                      

Hasan Âli Yücel’in üç hasleti vardı: Münafıklık, korku ve ikbalperestlik                                                           

“Ben öldükten sonra bu eserim neşredilsin” dediği “Allah Bir” adlı kitabındaki aynı adlı şiir onun tezatlar içinde kıvrandığını gösterir. Onu üç hasleti mahvetmiştir: Münafıklık, korku ve ikbalperestlik... Bütün ömrünü Mustafa Kemal’e şiirler ve nesirler yazmakla tüketmiş zavallı bir insan.                                                 

Şu sözleriyle Hasan Âli Yücel sanki kendisi anlatmış: “İnsan, düşünen ve duyan, duyup düşündüklerini yapan bir mahlûk olduğuna göre, onun fikri ile hareketi arasındaki uygunluğa bakmalıdır. Ancak düşündüğü şekilde hareket eden insan hürdür. Hiçbir riyakâr, hiçbir yalancı, hür olamaz. Kafası ile yüreğindeki niyetleri, dilinden başka şekilde ve mahiyette çıkardıkça bu iç-dış uygunsuzluğunun öyle rahatsız edici tesiri altında kalması lâzım gelir ki, böylesi, o uymazlığın belli olmaması için türlü hesaplar, türlü tertipler, türlü manevralar yapmak zoruna düşer. İhtirasının, menfaatinin, gizlenmiş isteklerinin esiridir. Hür olmanın şartı, bu sebepledir ki, samimîliktir. Kalbinde sekiz on tilkiyi bir arada dolaştıranlar, onların kuyruklarını birbirine dokundurtmamak için az mı gayret sarfına mecbur olurlar?”                                                               

“Gelelim Atatürk’e. O da kendi ölçüsünde, kendi milleti içinde dış baskıları kaldırıp vatandan düşman ayağını kestikten sonra, asırlarca bizi geri bırakan sosyal bağları, taassup kösteklerini koparıp attı. Yaşamak için her türlü vasıtalar ile donanmamız lâzım gelen medenî dünyanın kıymetlerini aldı. Hayatımızı değiştirecek tedbirlere başvurdu. Zamanın icaplarına uyup cemiyet işlerinde değiştirme yapmakta büyük bir inkılâpçı şahsiyet olan Peygamberin tuttuğu yolu seçti.” (a.g.e., s.143)        

  Yukarıdaki sözleriyle Mustafa Kemal’in inkılâpçı yolu ile Peygamber Efendimiz’in “tuttuğu yolun” haşâ aynı olduğunu söylüyor. Gor Çukuru’ndan daha çukur bir münafıklık, mürailik ve yalakalık bu…  Binbir mesele içinde boğulduğumuz şu zamanda Hasan Âli Yücel’i tahkir etmek değil gayemiz. Derdimiz, onun zehirli fikirlerine Millî Eğitim tarafından yol verilmesi ve öğretmenler arası edebî bir yarışmada onun adının kutsanmasındaki garabet…                                                                                              

Hâsılı-ı kelâm; Millî Eğitim Bakanlığı, mensup olduğu millet değerleriyle ne zaman uyuşacak? Bütün meselemiz bu.                                

--------------------                                       

Bir turna kuşu Malazgirt’ten haber getirdi.

Malazgirt ilçesinde, Malazgirt Zaferi'nin 948. yıl dönümü dolayısıyla Türkiye Yazarlar Birliği tarafından tertip edilen '4. Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni'  giden Bir Hocam, (Bir Hocam iki kişidir; Ali Hocam ve Muzaffer Hocam) ve İsmail Göktürk dostumuz hem konuşmacı olarak gittiler, hem de Anadolu’nun Türkleşmesinin miladı olan ve bir çağı değiştiren ilk meydan muharebesinin topraklarına, taşlarına, at toynaklarının izlerine dokundular, tekbirlerle çekilen kılıç şakırtılarına tarihin zaman tünelinden girip kulak verdiler ve o bin yıllık fetih ruhunu yaşadılar. Alp Arslan Gâzi Hazretlerinin ordusunun şehidlerine dua ettiler. Ahlat’ta Türk mezar taşlarını okudular. Sonra ehl-i kâmillerin yurdu Tillo’ya vardılar. Burada, damadı ve vefatından sonra onun yerine şeyh olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin de medfun olduğu İsmail Fakîrullah Hazretlerinin türbesini ziyaret ettiler. Bütün bunları tâ Malazgirt Ovası’ndan kanatlanıp mağarama gelen bir turna kuşu anlattı. Ziyadesiyle duygulandım.

Hocamgille Malazgirt’e gidemedim. Ah, nasipsizlik, dedim! Turna kuşu, Hocamgilin Elaziz Hazar Gölü’nün kıyısında iskân olan ve oraları irşad eden Savaş Hocam’ın misafiri olduklarını, Savaş Hocam’ın, misafirlerine yörenin bin yıllık gelenekli yemeklerinden ikram ettiğini, Hazar Gölü’nün adı duyulmamış balıklarından tutturup pişirdiğini, ağaçlarından meyveler, asmalarından envaı çeşit üzümler getirttiğini, soğuk sularından içirdiğini anlattı. Ah turna kuşu, dedim, dostlarımdan getirdiğin bu güzel haberler için gitme burada kal, sana Maraş yaylalarından, sulak yerlerinden beğendiğin yeri vereyim, kal burada, dedim. Yuvarlak, buğulu ve hüzünlü gözleriyle baktı bana. Kalamam, gitmem gerek. Benim bezm-i elest’te verilmiş sözüm var. Dost gurbeti çekenlere, dostlarını bekleyenlere, gerçek âşıklara haber getirip götürmeliyim, dedi, kanatlanıp uçtu gitti mağaramdan…

Ahmet Doğan/akasyamhaber