Özellikle devletin, toplumun belirli kesimlerinin ittifak ilişkisine girdiği bir kayırma düzeneği olarak işlev gördüğü siyasi hayatımızda nitelikli bir tartışma ve müzakere süreci üzerinden sorun çözmek gibi bir becerimizin olmadığı-gelişmediği gerçeği önümüzde dururken sembolik bir savaşın içinde kendimizi buluvermemiz kaçınılmaz oluyor. Konuştuğumuz, tartıştığımız her hadise kendi özgül anlamından sıyrılarak siyasal-kültürel ayrışmanın fay hattına oturuyor. Müfredat tartışmasında da cımbızlanan iki konunun getirilip laiklik-dincilik hattına oturtulması bu açıdan sürpriz değil. Zaten bu durumumuz, sorunumuzun tartıştığımız müfredat mevzusunun çok ötesinde olduğunu gösteriyor. Devlet toplum ilişkisindeki savrukluğun yanısıra Huntington'un ifadesiyle 'yırtık ülke' vaziyetimiz. Toplumsal kesimlerin birbirine karşı yaşadığı güven bunalımını yansıtan bu vaziyet Osmanlı'dan tevarüs eden cemaat dokusunun muhafazasıyla ilintili. Mahçupyan'ın saptamasıyla toplum olamamak hali. Bu durum toplumu duygusal, alıngan ve kırılgan kıldığından Türkiye'nin yönetilebilirliği açısından da en büyük risk olarak değerlendirilebilir.

Son günlerde ‘evrim' ve ‘cihad' konularının namluya sürüldüğü bir psikolojik harp ile boğuşuyoruz. MEB'in yeni müfredatta Talim Terbiye Kurulu Başkanı'nın (TTKB) ‘tartışmalı ve anlaşılması zor' şeklinde yer verilmeme gerekçesini açıkladığı ‘evrim' ile müfredata alınan ‘cihad' konuları üzerinden eğitim görünümlü siyasal-sembolik bir mücadelenin kıskacındayız. Biz sorunlarımızı dile getirmek, bu sorunlara çözüm üretmek peşinde miyiz yoksa sorunlarımızı dile getiriyormuş gibi yaparak kördüğüme dönüştürmek çabasında mıyız pek belli olmuyor. Zaten anlaşılan o ki tartışmayı açanlar da ülkenin bugününü ve yarınlarını ilgilendiren hayati bir mevzuyu çözüme kavuşturmaktan ziyade kendi çözümlerinin herkse için geçerli bir doğa kanunu şeklinde kabul edilmesini istiyorlar.

Bu tarihsel-toplumsal arka plan üzerinden müfredat tartışmasını anlamlı olmasa da en azından anlaşılabilir kılabiliriz. Yinde de tartışma hem lokasyonu hem de içeriği itibariyle kendi pozisyonlarını müdafaa etmeyi yegane stratejik hamle olarak gören kesimlerin yüzyıllık klişelerini tekrar ettikleri bir de javu alanı oluyor. Söz konusu bağlamı hatırda tutarak müfredat mevzusunda konuşulması-tartışılması ve gözönünde bulundurulması gereken bir kaç hususu paylaşmakta bu açıdan fayda görüyorum. Öncelikle müfredatın teknik tanımlamalarının ötesinde ve özünde ‘bir seçme ve eleme olduğu' gerçeğini göz önünde bulunduralım. Sınırsız bir bilgi evreni içerisinde neyi aldığınız, neyi dışarda braktığınız, neyi öne çıkardığınız ve önemsediğiniz, neyi geride bıraktığınız ve sıradanlaştırdığınız önemlidir ve bu seçimlerin hiçbirisi asla tesadüfi değildir. Dünyanın hiçbir ülkesinde de müfredat işi bugün işlevsel bir susturucu olarak işe koşulan ‘bilimsellik' ile mukayyet şekilde yapılmıyor. Çünkü kurumsal eğitim naif bir iyimserlikle kabul ettiğimiz gibi salt teknik ve pedagojik değil doğduğu günden bu yana temel alamet-i farikası politikliğidir. Özellikle bizde de Tevhid-i Tedrisat'tan 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'na varıncaya dek yasal metinlerde çerçevesi, içeriği, denetimi, yürütülmesi çizilen yapının politik doğası apaçık ortadadır. Başka ülkelerde de aşağı yukarı benzer bir uygulamanın yürütüldüğü ortadadır. Modern eğitimin serencamı da yukarıdaki tespitin en büyük kanıtı hükmündedir. Nitekim modernleşme hikayemizin radikalleşmiş faslı olan Cumhuriyet pratiğinde toplumun tarih-kültür-inanç evrenini şekillendirecek bir enstruman olarak işe koşulan ana yapılardan birisi eğitim sistemiydi. Toplumun dindar-muhafazakar kesimi, alınacağı bu istasyonda gayrı meşru ilan edilen tarih-kültür-inanç kodlarından sıyrılacak eşzamanlı olarak da tahayyül edilen cemaate dönüşmesi için iktidarın onayından geçmiş bilgiyle yeniden formatlanacaktı.

Doğrusu itirazlar, konuları ve niteliği bize eğitim sisteminin makul ve meşru bir çizgide yapılanmasından ziyade Cumhuriyet'in başında toplumun geniş kesimleri aleyhine kotarılmış bir imtiyazın sürekliliğinin sağlanması talebini dillendirmekteler. Bilimsellik, laiklik, Atatürk söylemi de siyasal hayatımızda bu manipülatif işlevin dışında bir iş görmedi. Bugünde sanki sistemde yapısal dönüşümler yaşanmış, yasal mevzuat değiştirilmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor olsa da özü itibariyle Cumhuriuyet'in başında hayata geçirilen eğitim düzeneği ana kurgusu, mevzuatı ve zihniyetiyle iş başındadır. Göstergeleri, performansı hiçkimseyi tatmin etmese bile malesef yapısal hiçbir itirazın muhatabı olmadan sosyal bir fosil şeklinde bu yapı varlığını muhafaza etmektedir. İlginç olan aynı zamanda bu sosyal fosili zannedilenin aksine tüm bu yakın ve yakıcı tecrübeye rağmen müadafa edenlerin çokluğu ve çeşitliliğidir.  TTKB Başkanı SETA'da müfredat ile ilgili katıldığı bir toplantıda ‘şu an itibariyle bir değişiklik yapmadık sadece geliştirme yaptık, mevcut müfredatı seyrelttik, güncelledik, değerlendirdik' demişti. Gerçekten de Anayasa'nın 42. maddesinin ve Tevhid-i Tedrisat'ın korunduğu, 1739 sayılı MTK'da herhangi bir değişikliğin yapılmadığı ortamda sistemdeki yapısal problemlerin kaynağı olan bu vasatı tartışmadan yönetmeliklere, müfredatta yeri değiştirilen konulara odaklanmak farkında olunsun veya olunmasın Türkiye'ye operasyon çekmektir. Temel bir sorun alanının sofistike bir biçimde gözden kaçırılmasıdır. Zira soruna kaynaklık eden hususları gözden kaçırıp tartışmayı lokal ve tali bir yere çekebiliyorsanız süreci hakimiyetiniz devam ediyor demektir. Bu tartışmaya başka motivasyonlarla dahil olanların enerjilerini artık Türkiye için bir pususya dönüşen bu mahalde ve bu şekilde tüketiyor olması üzüntü vericidir. Zira eğitim bahsinde esas tartışılması gereken hususlar (Tevhid-i Tedrisat, Anayasa'nın 42. maddesi, Milli Eğitim temel Kanunu vs.) yerli yerinde duruyor ve toplumun tüm kesimleri açısından adalet ve özgürlük temelinde bir dönüşüm için dönüştürülmesi elzem olan bu düzenlemeler sorun olmaktan kaçırılıyor. Uyanık olmakta fayda var. Dile gelen itiraz bazen de yaptığınız bir düzenlemeyi gösterip yapma ihtimaliniz olan bir düzenlemeyi kurtarmaya dönüktür.