Nasıl bu hale geldik?

Önce değerler terk edilir. Daha sonra da değerlerini terk etmiş Müslümanlar. Bankanın önünden bile geçmemek, karşı cinsle tokalaşmamak, cemaatsiz namaz kılmamak gibi değerler, ekonomik zaruretler, bürokratik mazeretler, yoğun ve tempolu siyasi faaliyetler nedeniyle bir bir terk edilir.

Haremlik/selamlık, mahremiyet, kul hakkı, ahde vefa gibi değerler, gücü elinde bulundurmak gibi son derece ulvi ve mübarek bir sorumluluk nedeniyle bir müddetliğine ertelenir. Gıybet, dedikodu, iftira, ayak kaydırma, laf taşıma gibi hastalıklar büyük bir hızla yayılır. İdeolojik, derinliksiz, ırkçı, ötekileştirici ve merhametsiz bir diriliş metaforu oluşturulur.

Sonra idealler unutulur, sonra ideallerin unutulmasına sessiz kalan Müslümanlar. İdeallerin unutulmasıyla birlikte İslam’ın iktidarı için çıkılan yolda Müslümanların iktidarına; İslam devleti için çıkılan yolda ılımlı laik devlete; ehl-i sünnet adına çıkılan yolda muhafazakâr demokrasiye; îlây-ı kelimetullah için çıkılan yolda ehven-i şerre razı olunur. Her razı oluş, fark edilmesi güç ve başlı başına bir tasfiyedir aslında.

Sonra hedefler değişir. Daha sonra da hedeflerinden sapmış Müslümanlar. Zaman içerisinde İslam devleti, İslam nizamı, faizsiz ekonomi, İslam birliği gibi Kur’an ve sünnetin talepleri, çağın gerçekleriyle örtüşmediği ve henüz zamanı gelmediği bahane edilerek tarihin tozlu sayfaları arasına terk edilir.

Yerine muasır medeniyetler seviyesi, AB üyeliği, kişi başına düşen milli gelirin seviyesi, dünya ülkeleri arasında ilk ona girmek gibi daha çağdaş hedefler, çılgın projeler ve idealler inşa edilir. Demokrasinin ve laikliğin nimetleri bir bir sayılarak, sistemin ne mübarek bir sistem olduğu sık sık hatırlatılır ve sistemi ayakta tutmak için canhıraş bir yarışa girilir.

Sonra İslami muhalefet ruhu kaybedilir. Daha sonra da İslami muhalefet ruhunu kaybetmiş Müslümanlar. Kur’an ve sünnete ve hatta insaf ve izana dahi aykırı olan meseleler konusunda kazanımları kaybetmeme adına çıt bile çıkarılmaz veya Hudeybiye bağlamında tevil edilir. “Eğer saparsan seni kılıcımızla düzeltiriz ya Ömer” diyenler kılıçtan geçirilip, bir bir düşen kelleler üzerine “padişahım çok yaşa” diyenler konumlandırılır. Ne ruh kalır geride ne de İslami muhalefet.

Sonra mevziler tasfiye edilir. Daha sonra da mevzileri terk eden Müslümanlar. STK’lar, cemaatler, dernekler, mahalleleri, sokakları, kahvehaneleri, gecekonduları terk edip, meclis kulislerine, belediye binalarına, ihale salonlarına, lüks otellerin toplantı odalarına kapanır. Yüksek bütçeli proje sunumlarına ve protokol toplantılarına konsantre olunur.

Devlet imkânlarından nemalanmak, bürokraside kadrolaşmak; tebliğ, davet, irşad, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker vazifelerinden evla görülür. Tüm cepheler birer birer boşalır.

Sonra kardeşlik hukuku kaybedilir. Daha sonra da kardeşliğini kaybetmiş Müslümanlar. Radikallikten liberalliğe doğru ışık hızıyla evrilmiş kalemşorların makaleleri ve ehven-i şerci hocaların fetvalarıyla kardeşlerin tasfiyesi için muazzam zeminler oluşturulur. Kardeşler birbiriyle uğraşmaktan, siyasi tenkitlerden, birbirini tekfir edip, zındık, Şii, Vahhabi, Ehl-i Sünnet karşıtı, cahil, bidatçi, hain ve düşman ilan etmekten başlarını bile kaşımaya fırsat bulamazlar.

İdeallerini, hedeflerini, değerlerini, ruhlarını, mevzilerini ve kardeşliklerini kaybeden Müslümanlar, aslında uzun bir süredir kendi elleriyle kendilerini tasfiye ettiklerini fark bile edemezler…

Abdülaziz KIRANŞAL/Milli Gazete