Türkiye’de sorunlar, kendilerine uygun görülen düzenlemeler üzerinden çözüme kavuşma mecburiyeti olan aksaklıklar olarak görülüyor. Toplumsal mühendislik anlayışının bir uzantısı sayılabilecek bu durum, mevcut gerçekliği dikkate almak yerine muhayyel kurguya abanmayı marifet sayıyor. Bu nedenle kâh gönlünden geçen bir fanteziyi kâh küresel ilişki ağındaki bir klişeyi çözüm diye uygulamaya soktuğunda işin hemencecik halledilivereceği düşünülüyor.  Son günlerde MEB’in ‘Öğretmen Performans Değerlendirme ve Aday Öğretmenlik İş ve İşlemleri Yönetmelik Taslağı’ üzerinden tekrar tartışma gündemimize giren ‘performans’ mevzusunda olduğu gibi. Birkaç yıldır ara ara gündemleşen mevzu, MEB’in taslak metniyle ete kemiğe büründü. İlgili olanların bildiği bu taslağın içeriğine ilişkin takrara girmeyeceğim. Ancak taslağın örtük önermelerini, satır aralarını biraz açarsak yazıya başlarken belirttiğim garabetin neden hala işbaşında olduğu da görülecektir.

Taslak, özü itibariyle bize eğitimde bir ‘öğretmen niteliği’ problemi olduğunu ve bu problemin de öğretmen kaynaklı olduğunu söylüyor. ‘Performans’ sistemiyle de bu sorunun çözüme kavuşturulacağı varsayılıyor. Öğretmenin nitelik problemine ilişkin bildiğim kadarıyla öğretmenlerin de bir itirazı yok. Onlar da öğretmen yeterliliğine ilişkin sıkıntı olduğunu kabul ediyorlar. Peki, o zaman itirazlar neden? Öğretmenlerden yükselen itiraz böyle bir problemin olmadığına ilişkin değil. Onlar, sistemik bir hüviyet arz eden ‘eğitimdeki nitelik’ probleminin hokus pokuslarla sadece kendilerine ihale edilmesine üstelik başka mağduriyetler oluşturma ihtimali olan bir çözüm formatıyla yapılmasına itiraz ediyorlar. O halde içinde bulunduğumuz bu gerilimli halden çıkmanın anlamlı bir yolu olarak bu iki hususa eğilmemiz gerekiyor. Öncelikle öğretmeni içinde yer aldığı sistemle birlikte ele almak. İkincisi de getirdiğimiz çözümün ne olduğuna biraz daha dikkatle bakmak.


Ne demişti taslak? Nitelik probleminin müsebbibi öğretmen! Peki, doğrumu bu? Biraz doğru. Ancak bu birazcık doğruyu payanda yapıp yanlış işler yapmanın, bütünü görmek istememenin gerekçesi yapmanın bir alemi var mı? Bu öğretmen, hudâyî-nâbitolmadığına göre, onu ait olduğu bütün içinde değerlendirmek gerekmez mi? Bu nitelik probleminde hani Eğitim Fakültelerinin rolü? YÖK nerede? MEB bürokrasisi nerede? Bir başarısızlık durumu söz konusu ise sadece işi yapan aktörü değiştirmekle yetinilebilir mi? İşe de bakmak gerekmez mi? Zorunlu eğitime, müfredata, mevzuata, öğretmenin mali özlük haklarına, çalışma koşullarına, bunlara da bakmak gerekmez mi? Belki nitelik probleminde bunlarında etkisi vardır?

İkincisi tespit ettiğimiz soruna ilişkin ileri sürdüğümüz çözüm. Bu çözümün yukarıda belirttiğim gibi problem odağı olarak öğretmeni gördüğü, bu yüzden de onu hedef aldığı görülüyor. Bu yüzden öğretmen, taslakta teknik ayrıntıları verilen bir prosedürün muhatabı kılınıyor. Bu prosedür ile meşrulaştırımı sağlanan ‘hizmet içi eğitim’ üzerinden nitelik açığı kapatılacağı öngörülüyor. Mevzunun bu kadar mekanize kavranışı başlı başına problem olmakla birlikte daha vahimi getirilen çözümün egemen ekonomi-politiğin bir klişesinden öte olmayışıdır. Öncelikle puanlama, sınav gibi durumların mevcut MEB bürokrasimiz içerisinde ne tür ihmal-istismar vakalarına dönüşeceğini kestirmek güç değil. İkincisi kurumsal bütünlük, çalışma barışı ve işbirliğini olumsuz etkileyeceğini görmek zor değil. Üçüncüsü, sadece öğretmeni operasyona tabi tutulan niteliğiyle hakkaniyete uygun değil ve öğretmeni dışlayan nitelikte. Dördüncüsü, çözüm olarak en belirgin husus olarak göze çarpan ‘hizmet içi eğitim’ mevzusunun ülkemizde ne olduğundan, nasıl işlediğinden ve hangi beklentileri ne oranda karşıladığından bihaber.


Yeni düzenlemeyle pek çok angarya oluşturulacak, ülkenin parası, zamanı ve emeği israf edilecek. Evet, edilecek zira tüm bu varsayımlar tıkır tıkır işlediğinde bile-ki böyle bir şeyin olması mümkün değil- çözüm olmayacak. Zira çözüm, bizim ‘mış gibi’ yaparak fokuslandığımız yerden çıkmayacak. Çünkü sorun, ileri sürülen sorun odağıyla mukayyet değil. Aysbergin görünen kısmı bile değil bize gösterilen. Bununla bağlantılı olarak dikkat edilmesi ve göz önünde bulundurulması gereken husus, performansın ‘sözleşmeli’ öğretmenlik ile kapısı aralanan esnek ve güvencesiz istidam politikalarının bir aparatı olması gerçeğidir. Bu politikalar ve bu politikaların bağlı olduğu ekonomi-politik açık ki bizim kültür ve inanç evrenimizle çatışmalı olmakla birlikte küresel ölçekte de insanlık onur ve haysiyetini törpüleyen bir niteliktedir. Dolayısıyla bize bilimsel, ahlaki ve işlevsel bir yönetimselliğin gereği olarak sunulan şey küresel ölçekte işleyen ve sonuçları da hiç sürpriz ve hayırlı olmayan bir klişedir. Sosyolog R.Sennet’in çarpıcı tespitiyle ‘karakter aşınmasına’ yol açan, tedirgin ve endişe yüklü kılan bu kültür sadece işi, iş ortamını ve iş ilişkilerini tahrip etmekle kalmıyor aynı zamanda yeni bir kültürün palazlanmasına, meşrulaşmasına yol veriyor.


Kendi elimizle kendimize operasyon çekmemizin alemi yok. Bir sorunu çözme isteyişimiz ile sorunun çözülmesi arasında zorunlu bir bağ olmadığını bilelim. Niyetimizin iyi olması da yeterli değil. Biraz daha kollektif akla, basiret ve ferasete ihtiyacımız var. Efradını cami ağyarını mani olursa kavrayışımız yol alma imkânımız olacak.Aksi takdirde Öğretmen Strateji Belgesi’nde olduğu gibi bazı doğru şeyleri sıralayıp bir takım lüzumsuz iş ve işlemlerle kendimizi kandıracağız. Bu ülkenin eğitim bileşenlerini birbirine karşı konumlandıracak uygulamalar yerine makul, meşru ve bütüncül politikalara ihtiyaç var. Bu yönde adımlar atıldığında eminim öğretmenlerin de işe omuz vereceği görülecektir.

Abdülbaki Değer / Özgür Eğtim Sen