Hasta ve Engelliler ile Yakınları Hakları Derneği’nin (HEYAD), Mart ayında kurulduğunu aktaran Dernek Başkanı Hüseyin Ayhan, sağlık turizmi, acillerdeki bekleme süresinin uzunluğu, sağlık ocağı ve aile hekimleri sistemlerini değerlendirdi. Dernek kurma fikrinde kızının çölyak hastası olmasının payı olduğunu kaydeden Ayhan, “Kızım çölyak hastası, o nedenle çok zorluk yaşadık. O zamanlar çölyak duyulmamıştı çok fazla bilinmiyordu. Gıda problemimiz vardı, bulunmuyordu. Bir markette vardı yiyeceği bir şey mesela ama diğer ürünlerle aynı reyona konuluyordu. O bile tehlikeli aslında ama bilmeyen insanlar karıştırabiliyordu. Fiyatlar pahalıydı. Marketler bilinçsizce hareket ediyordu ve birçok kişinin sağlını tehlikeye atabiliyordu. Bağırdım, kavga ettim, çabaladım tek başıma. Daha sonra işim gereği birçok karışıklık ve haksızlık gördüm. Çoğu şeyi içime sindiremedim ve bu şekilde başladım” diyerek derneğin kuruluş fikrini aktardı.

Hazel Berkalp : Dernek olarak neler yapıyorsunuz, amacınız nedir?

Hüseyin Ayhan : Yeni kurulan bir dernek olmasına rağmen iyi çalışmalar yaptık yapmaya çalışıyoruz. Toplumunda ilgili alakası iyi bu bizi daha çok motive ediyor. Yeni insanlar tanıyoruz ve biz de yeni şeyler öğrenmeye devam ediyoruz. Daha çok mücadele etmeyi, daha çok haklara erişebilmek için neler yapmamız gerektiğini birlikte öğreniyoruz. Biz sadece hak savunuculuğu yapmıyoruz. Kurumlar arası köprü olmak istiyoruz. Bir vatandaşın bir kurumla problemi varsa ve buradaki hakkını nasıl arayacağını bilmiyorsa, kendisine yardımcı olup bütün sorunları beraber aşmayı istiyoruz. Resmi kurumlara ziyaretler gerçekleştiriyoruz. Onlarla bilgi alışverişi yapıyoruz. Dışarıdan gözlemlediğimiz sorunları, ilgili kurumlara ileterek bunu birlikte nasıl çözebileceğimizi danışıyoruz. Kepez Devlet Hastanesi’nde engelli bireylere, hasta ve hasta yakınlara ilgi ve alakanın çok iyi olduğunu gördük ve plaket taktim ettik. Bu şekilde hastanelerimizi de gözlemliyoruz. Kişi hem hasta hakkını hem de personel hakkını aynı anda savunamaz. Bir avukatı düşünün hem davalıyı hem davacıyı savunuyor. Böyle bir adaletsizlik var. Bununla ilgili görüşmelerimiz var. Düzeltilmesi ile ilgili olumlu yönde cevaplar aldık, inşallah düzeltilir de belki bir nebze sağlıkta ki şiddetin de önüne geçilebilir. Aynı kişi iki hakkı birden savunamaz bu etikte değil zaten. Bunu düzeltmeye uğraşıyoruz. Engelli sporcu arkadaşlarımızla tanıştık. Onlara yardımcı olduk. Sandalye temin ettik. Hepsi kendi imkanlarıyla salona gidip antrenmanlarını yapıyorlar. Öğle yemeğini ceplerinden karşılıyorlar ve bu arkadaşlarımız milli takımda yer alıyor. Biri dünya şampiyonu halterde, biri Türkiye şampiyonu yani 6 kişinin hepsinin belli dereceleri var. Geçtiğimiz haftalarda Konya’da Türkiye seçmeleri vardı. Arkadaşlarımız oraya gittiler, orada da dereceye girdiler. Biz de onlara piknik yaptık. Sosyalleştik ve engelleri aştık. Akdeniz Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Prof. Dr. Şahin Filiz ile asıl engelin zihinlerde olduğunu ve bu engellerin kalkmasını gerektiğini anlatmak için bir alan oluşturduk. Bununla ilgili çalışmalar yapıyoruz şu anda.

“Tıbbi sekreter şikayeti”

H.B. : Hastaların en büyük sorunu nedir, size şikayetler geliyor mu?

H.A. : Tabi ki geliyor. En çok şikayet edilen konu, tıbbi sekreterlerin davranışları. Daha sonra sağlık kurullarındaki davranışlar ve yönetmeliğin tam bilinmemesinden kaynaklı hastayı yoran eylemler. ‘Önce buraya git, yarın bir daha gel’ gibi söylemler çoğu resmi kurumlarında yaşanıyor. Hastalar da bunlardan şikayet ediyor. Sağlık personellerine arada bir hizmet içi eğitim verilmeli. Biz yapalım diyoruz, kurumlara gidelim anlatalım. Uzman kadro bulalım destek isteyelim, biz eğitim verelim diyoruz, her zaman.

H.B. : Tıbbi sekreterler hakkında çok şikayet geldiğini belirttiniz, bunun nedenini neye bağlıyorsunuz?

H.A. : Hastanın hakkı da var, sorumluluğu da vardır. Bunun bilincindeyiz. Sağlıkta personel sorunu var. Bu giderilirse ister istemez hastalara ve yakınlarına yansıyacağı için ben şiddetin de önüne geçilebileceğini düşünüyorum. Özellikte hastanelerde çalışan tıbbı sekterlerin çoğu sağlık personeli değil. İki aylık milli eğitimden alınan sertifika ile işe girmişler. Sağlık bilgileri yok. Bu insanların eğitilmesi gerekir. Hastalara nasıl davranılması gerektiğini ve hasta yakınlarının hangi duyguyla hastaneye geldiğini anlamaları lazım. Ben hastanelere gidiyorum, kendim görüyorum hastaları azarlıyorlar, bağırıyorlar. Hasta onun korkusunu yaşıyor. Zaten hasta psikolojisi var, bir de bununla karşılaşıyorlar. Tıbbi sekreterlerin bunun bilincinde olması ve hastaya ona göre yaklaşması lazım. Sonra, kavga çıkıyor bağırış, çağırış sağlıkta şiddet var. Bu da var. Geçen gün öldürülen doktorumuz için de zengindi öldürüldü dendi bir de böyleleri var. Böyle bir mantık olamaz. Mesela şu anda varsayım olarak söylüyorum, Eğitim Araştırma Hastanesi’nde çalışan 300 tıbbi sekreter varsa belki 50 tanesi sağlık meslek lisesi ya da üniversiteden tıbbı sekreterlik bölümü mezunudur. Diğerleri alakasız okullardan mezun olup burada olan insanlar. Tamam bu da bir iş sahası anlıyorum ama herkes kendi mesleğine yoğunlaşsın. Birçok sağlık personeli açıkta bekliyor. Sağlık eğitimi alan insanların daha iyi hizmet vereceğine inanıyorum çünkü o kişiler 4 yıl boyunca hasta bakım hizmetleri dersine giriyorlar. Bunun sosyolojik ve psikolojik boyutları var, hepsini görüyorlar.

“Evde bakım hizmetleri yetersiz”

H.B. : Yatalak hastalar hastaneye gitmekte zorlanıyor. Doktorlar da gelmeyen hastaya ilaç yazamıyorlar. Bu durumda evde bakım hizmetlerine olan ihtiyaç artıyor. Sizce evde bakım hizmetleri bu konuda yeterli bir çözüm mü?

H.A. : Evde Bakım Hizmetleri yeni kurulan bir hizmet daha tam oturduğu söylenemez. Bu konuda belediyelerde kendi evde bakım hizmetlerini kurdular. Buradaki personel yetersiz. Bu personelin takviye olması gerekir. Her şey eğitimden geçiyor. Hizmet içi eğitimin iyi verilmesi gerekir. Çünkü görevini tam olarak bilmeyenler ve bilip de uygulamayanlar var maalesef. Mesela bunun çözümü belki tamamen yerel yönetimlere devredilerek olabilir. Bu sağlık hizmeti belediyelerin yükümlülüğü altına verilebilir. Onlar bu işi tamamen götürebilir. Bir de uzman doktor olmaması da sorun tabi. Şimdi uzman doktor yok, pratisyen doktor gittiği zaman muayene yazıyor ve aynı ilacı tekrar yazıyor. Fakat, ilacı bitmiş tansiyon hastası şeker hastası ya da bez raporu çıkartılması gereken bezi bitmiş hastaya rapor çıkartamıyorlar böyle bir yetkileri yok. Asıl sorun burada çıkıyor. Çünkü hasta çağırıyor evine muayene oluyor, ‘Raporum bitti, bu ilacı tekrar kullanacak mıyım, ne yapacağım, yoksa insüline mi geçmem lazım?’ diye soruyor ama gelen doktor ona karar veremiyor. Hastaneye gitmesi lazım ama kişi hastaneye gidemiyor. Belediyelerde sıraya koyuyor öyle götürüyor. Buna bir çözüm bulunması gerekir. Bu konuda sivil toplum örgütleri, sağlık bakanlığı ya da yerel yönetimler bir araya gelip, çalıştay yapıp nasıl bir uygulama yapılacağı konuşulursa sorun ortadan kalkar.

“Sağlık ocağı geri gelmeli”

H.B. : Acillerdeki bekleme sürelerinin uzun olması, acil hastalarının beklemesine neden oluyor. Bu duruma bir çözüm öneriniz var mı?

H.A. : Orada şöyle bir sıkıntı var. Bunun esas sebebi aile hekimliği sistemi. Şimdi aile hekimliği sisteminden kimse hoşnut değil. Eskiden sağlık ocağı sistemi vardı. Orada 2 doktor, 2 hemşire, 1 sağlık memuru bulunurdu. Aşılara giderdik, çevre sağlığına bakardık, hasta olduğunda çantamızı alır evine giderdik, akşam gidip iğne yapardık serum takardık.  Isparta Eğirdir’de çalıştım. Biz hafta sonu beldeden ilçeye gidemezdik. Kaymakamı arayıp izin isterdik, gittiğimiz yeri muhtara başkanlara bildirirdik acil bir şey olursa buradan ulaşın diye. Öyle olduğu zaman aciller çok yoğun olmuyordu. Acil, acilliğini yapıyordu. Trafik kazası, kalp krizi gibi hastalıklara bakıyordu, adı üstünde acil orası. Şimdi başı ağrıyan da acile gidiyor, 3 gündür grip olan 4’üncü günde acile gidiyor. Bu nedenle şu anda yoğunluk var. Sağlık ocağı sistemi geri gelirse acillerdeki yoğunluk azalır.

“Organik turizm”

H.B. : Sağlık Turizm’inin ülkemizde giderek gelişmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

H.A. : Bizim dernek olarak en çok istediğimiz şey şu, bir yaylada sağlık alanı kurmayı düşünüyoruz. Burada insanları doğal hayatı sunmak istiyoruz. İnsanları orada doğa ile baş başa bırakmak ve onların elma toplamasını, toprakla bütünleşmesine katkı sağlamak istiyoruz. Benim sağlık turizmine bakış açım çok farklı. İşin ticari boyutunu ben bilmem. Sağlık turizmi organik bir yaşama dönerek olmalı. İnanın geyik elmasının birçok hastalığa iyi geldiği söylenir. Ekilip, dikilmez Mesela acıbicik otu var. Yemeği yapılır, böreklerin içine koyulur. Demir açısından zengin olduğu biliniyor. Faydalı bir bitki. Yani bunlara ilgi duyulsa ortaya çıkarılsa sağlık turizmi böyle daha güzel gelişir belki. Yaradan her şeyi yaratmış ve şifalı bitkiler otlar ile her şey doğada mevcut önemli olan bunu bulup çıkarabilmek diye düşünüyorum.

HAZEL BERKALP / AKDENİZDEYÜZYIL