Şiddet, öğrenilen bir olgu olarak bir kültürel arka plana sahiptir. Her şeyin başat ölçüsü sayılan insana göre biçimlendiği modern dönemlerde azalması beklenirken, belki de hiçbir dönemle kıyaslanmayacak ölçüde hem sistemleşmiş hem yaygınlık kazanmıştır.

Bugünün dünyası, saldırgan bireysel tepkilerden kitlesel kıyım ve katliamlara kadar her türlü şiddetin sarmalında çaresiz, çıkışsız olmanın bunalımı içindedir. Pozitivizmle birlikte ortaya çıkan yeni insanın varlıkla ilişki ve iletişim biçimi, şiddeti önlemede başarısız olmakla kalmamış, bilakis şiddet üretmiştir. Sinema, televizyon ve haber bültenleri dâhil birçok görsellik, şiddet unsurları ile cazip ve heyecanlı hâle getirilmektedir. Tuhaf olan, insanların, bütün bu kan donduran sahneler veya efektler karşısında tepkisiz ve gerçekten seyirci olmalarıdır.

Şiddetin toplumsal hayat içerisinde bu denli yoğun ve olağan hâle gelmesinin temelinde yeni insanın varlığa, hayata, kendine dair baştan sona sorunlu algı ve anlayışı vardır. Tasarladığı dünya cennetini, ‘tanrıyı öldürerek’ kurmaya çalışan modern insan, Hobbes’un “İnsan insanın kurdudur” ilkesinden hareket edip, Sartre’ın “Öteki cehennemimdir” aşamasına gelerek, adeta cinneti yaşar olmuştur. Özellikle iki büyük savaşın ardından dünyanın her anına, her yerine yayılan şiddet, bütün değerleri çökertmiş, cennet ütopyasından geriye cinnet distopyası kalmıştır. Hayatın diyalektiğini çatışma ile açıklayan materyalist yaşam biçimi şiddet üretmiş, şiddeti kurumsallaştırmıştır. Evde, sokakta, okulda, hayatın her anında, her alanında görülen şiddet, adeta gündelik hayatın bir parçasına dönüşmüştür. Geçen aylarda ABD’de okul katliamlarının artması sonucunda Trump, öğretmenlere silah dağıtılmasını gündeme getirmiş, bireysel silahlanmaya karşı ABD tarihinin en büyük kitlesel protestoları gerçekleştirilmiştir.

Günümüzde ‘öteki’yle birlikte huzur içinde yaşama arzusu, insanlığı şiddetle mücadele arayışlarına itmiştir. Şiddetin olmadığı bir topluma ulaşma idealinin merkeze konduğu çözüm arayışlarının kurumsallaşması, bu konunun başta parlamentolar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri olmak üzere, çeşitli platformlarda tartışılmasına neden olmuştur. Bu platformlarda yapılan tartışmaların kritik noktası olarak, şiddet ve eğitim ilişkisi ön plana çıkmıştır.

Son yıllarda okullarda şiddet olaylarının arttığını üzülerek müşahede ediyoruz. Şiddet toplumun farklı katmanlarında kendini göstermekle beraber, özellikle toplumun en kırılgan, en kolay etkilenebilir kesimlerini oluşturan çocuklar ve gençler üzerinde daha etkilidir. Okullar ise, gençlerin toplumsal hayata dair tüm hasılalarının açığa çıktığı mekânlardır.

Şiddetin, insan doğasının bir parçası olarak, nedenleri ve sonuçları itibarıyla çok katmanlı bir olgu olduğunu biliyoruz. Eğitim kurumlarında yaşanan şiddet sorununu değerlendirirken de bu gerçeği göz önünde bulundurmak, yaşanan her vakayı kendi tekilliği içerisinde analiz etmek gerekir. Böyle bir analiz yapmaya kalktığımızda, okul binalarının fiziksel şartlarından öğrencilerin beslenmelerindeki yüksek enerji yüklü işlenmiş gıdalara kadar birçok faktörü dikkate almak durumundayız.

Şiddet, varlığa ilişkin hiçbir anlama isteği, anlatma becerisi ve söyleyecek sözü olmayan insanın bir ifade ve var olma biçimidir. Kendini gerçekleştirmenin yıkıcı, kırıcı ve kıyıcı yoludur. Şiddet, yok etmeye yönelmiş bir varoluş sapkınlığıdır. “Sen varsan ben olmayacağım” diyen negatif benlik, başkasını ‘cehennem’ görebilmektedir. İnsanlara bir yaşama biçimi gereği olarak, “Bu dünya acımasız ve eğer hayatta kalmak istiyorsan sen de acımasız olmalısın” telkini yapılmaktadır.

İnsanın şiddet eğilimini açığa çıkaran birçok sebep vardır. İçinde yaşanılan kültürel durum, yoksulluk, sınıf çatışması, ideolojik sebepler, genetik durumlar, kişisel saplantılar, yasaklar, konuşma zemininin olmayışı, kendini ifade imkânı bulamamak, iletişimsizlik, kötü alışkanlıklar, yanlış çevre, provoke edilmiş aşırı duygular bu sebeplerin bazılarıdır. Eğer şiddetin önüne geçmek istiyorsak, salt eğitime odaklanarak değil, bütün faktörleri dikkate alarak bir politika geliştirilmesi gerekmektedir.

Şiddet ve mevcut eğitim sistemimiz arasındaki ilişkiye odaklanırsak, eğitim sistemimizin şiddet olaylarının yaşanmasındaki tesirini irdelemek yerinde olacaktır. Eğitim, şiddetin ortadan kaldırılması için en doğru araç olarak kabul edilirken, eğitim sistemindeki yanlış bir programlamanın, şiddeti sistematik olarak besleme riskini barındırabileceğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda istisna olması bile arzu edilmeyen olayların öğrenci, öğretmen, veli, yönetici arasında mobbingden öldürmeye varan çeşitlilikte vuku bulması, konunun çok boyutlu irdelenmesini zorunlu kılmaktadır.

Eğitim sisteminde öğretmenler, şiddet sorununun çözülmesinde kritik bir noktada görülmesine karşın uygulanan politikalarla, öğretmenlerin eğitimin tali bir unsuruymuşçasına örselendiği bir ortam oluşturulmakta, şiddeti önleyecek önemli birer aktör olması gerekirken öğretmenler şiddetin mağduru hâline gelmektedir. Okullarda öğretmenlere dönük artan şiddet olayları da bu durumu teyit etmektedir.

Öğrenci, öğretmen, veli ilişkilerinde okulları adeta mahkeme salonlarına çeviren “Alo 147” gibi uygulamalarla öğretmeni her fırsatta sigaya çekilen bir nesneye dönüştürmenin öğretmeni ve mesleği itibarsızlaştırdığı ve öğretmenin etkisini ortadan kaldırdığı görülmelidir. Ancak, eğitimde karar alıcıların tehlikenin ciddiyetini kavrayamamış görünmeleri vahimdir. Uygulamalar maalesef başka türlü düşünme seçeneğimizi ortadan kaldırmaktadır. Eğitim sistemimizin en önemli paydaşlarından biri olarak, daha iyi bir eğitim için daha iyi bir müfredat, pedagojik yöntemler, daha ileri amaçlar üzerine kafa yormamız gerekirken, bugün bu yaramızı konu etmek mecburiyetinde kalışımızın ana sebebi, şiddetin ağırlaşan toplumsal maliyeti karşısında, ilgililerin çözüm üretmede yetersiz kalmaları veya isteksiz davranmalarıdır. Bu konuya ısrarla dikkat çekip çözüm önerilerimizi sunduğumuz her durumda, bütün pedagojik, psikolojik, ilmî veri ve dayanakları altüst edecek tarzda karşılaştığımız anlaşılmaz tutum, şiddetin ateşine benzin dökmekten başka bir anlama gelmez, gelmemektedir.

Bu bağlamda, en canlı örnek olan Performans Değerlendirme Sistemi uygulaması, eğitimin en etkin unsuru olan öğretmeni itibarsızlaştırmakta, her türlü şiddete, tacize, mobbinge açık hâle getirmektedir. Öğretmeni güçlendirecek, donatacak, koruyacak tedbirler almak yerine onu hedef alan saldırılar karşısında sessizliğe gömülmenin anlaşılır bir yanını göremiyoruz. Toplumdaki şiddeti eğitimle yok etmenin hesabını yaparken, şiddeti eğitimin içine sokmaya davetiye çıkarıcı uygulamaların akılla, izanla, vicdanla, kültür değerlerimizle, hayat anlayışımızla telif edilir bir yanı yoktur.

Bir diğer sorunlu uygulama da, rehberlik ve psikolojik danışma öğretmenlerinin, sadece rehberlikle sınırlandırılması, bu öğretmenlere nöbet ve benzeri alan dışı görevlerin verilmesi ve rehberlik öğretmenlerinin alan dışından atanmasının önünün açılmasıdır. Okulun psikolojik nabzını tutan, şiddet ve taciz gibi önemli konularda kilit noktada bulunan rehberlik ve psikolojik danışmanlığın alanının genişletilmesi ve güçlendirilmesi gerekirken, bunun aksine adımların atılması karar alıcıların meselenin vahametini kavrayamadıklarını ve önceliklerinin farklı olduğunu göstermektedir.

Şiddeti eğitimle yok etmenin ilk aşaması, kesin bir anlayış ve program değişikliğidir. Mevcut eğitim paradigmasının ve programlarının şiddeti önlemediği, bilakis şiddete yatkın psikolojileri beslediği artık görülmelidir. Sorun üreten bir sistem çare olamaz. Kendimizden utanarak ve uzaklaşarak bir yere varamayacağımız, varsak da kendimizi yitirdiğimiz için amaca ulaşamayacağımız, trajik tarihî tecrübelerle sabittir.

Yapılması gereken, medeniyet değerlerimizi merkeze alan bir kültür seferberliğine ve eğitim programına geçmektir. Ancak şu da bilinmelidir ki, bir tek sebebi ve kaynağı olmayan şiddet, ancak topyekûn bir duyarlılık ve bilinçle önlenebilir. Varlık ve medeniyet iddiamızı sürdürmek istiyorsak, bu seferberliği başlatmaya ve başarmaya mecburuz; yoksa pırıl pırıl olması gereken kalplerine attığımız karanlık kördüğümlerle hem çocuklarımıza şiddet uygulamış hem de onları şiddete yönlendirmiş olacağız.

Eğitim, şiddeti ortadan kaldırılacak bir enstrüman olarak tavsif edilirken; şiddetin, eğitimi tehdit ve tahdit eder boyuta ulaşması, bunun geleceğimizi tehlikeye sokacak boyuta doğru tırmanıyor olması, acil ve köklü çözüm bulmayı zaruri hâle getirmektedir.

Eğer kalıcı önlemler alınmazsa yarın çok geç olabilir.