Herkes her şeyi bilir ama âşık kimse bir şey bilmiyor zanneder.

İlişkinin anlaşıldığını düşündüğünde, ilk hareketini gözden geçirir, sonra artan heyecanla kaldığı yerden devam eder.

Artık tüm yaşamı, kalbindeki ateşle formatlıdır.

Tutum, davranış, karar ve sözlerinin arkasındaki ilk neden daima budur.

Sorulsa alakası yoktur!

Tarihin, değişmeyen en çok tekrar eden komedyasıdır bu.

Sınıf farkı gözetmez, etnik ayrım yapmaz, inanca göre değişmez.

Sosyal ve siyasal değişimlerin de arka planında her zaman dramatik bir esas neden bulunur.

Olaylar kendi doğasında seyreder gibi görünür, aslında organizedir.

Türkiye’de, fiillere yön veren ve sonuçları belirleyen “maşuk”: Batı’dır.

Meftuniyetin ve güdülenmenin mahiyeti çatışma zamanlarında ortaya çıkar.

Türkiye’de son derece ciddi ve hakiki bir çatışma ekseni hüküm sürüyor.

Bu nedenle bu ülkenin her bireyi ve örgütü, behemehâl politiktir.

Aynı şekilde yükselen bütün sesler de politiktir.

Aşk politik

Sanat politik

Edebiyat politik

Dolar politik

Ekonomi politik..

Bu çerçevede Türkiye ekonomisinin sacayaklarından TÜSİAD’a özel bir başlık açmak gerekiyor.

TÜSİAD, 15 Mayıs 1979'da gazetelere verdiği ilanlarla Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümetin düşmesinde oynadığı rol, benzerlerini Doğru Yol Partisi’ne ve Refah Partisi’ne karşı yaptığı gibi kamuoyuna, hükümete ve devlete yönelik açıklamalarını daima güdümlü politik bir refleksle yapıyor.

Türkiye’deki büyük sermayenin kimliği, varoluşsal olarak komisyoncu, aracı ve etkili sosyalist kavramsallaştırmayla kompradordur. Batı sermayesinin emanetçisidir. Bu nedenle kelimenin en soft anlamıyla bile işbirlikçidir. ‘Patronunun’ bilgisi dışında bir irade beyan edemez. Fazladan Türkiye büyük sermayesi Batı’nın düş ve düşün dünyasına meftundur.

Bu fıtrat, koloni ülkelerindeki büyük sermayenin diyalektiğini de belirler.

Şimdi objektif pozisyonu ve tabiatıyla simsar olan bu yapı; ‘yerli ve milli tam bağımsız Türkiye’ istencine karşı çatışmaların en yoğun yaşandığı cepheye doğru sürülüyor.

Toplum her şeyi biliyor. Büyük sermaye ısrarla, bu gerçeği beyhude saklamaya çalışıyor.

Sosyal-politika öyle bir açıdan yol alıyor ki, kimse ve hiçbir şey araftakalmayacak.

Ülkenin kaderi her olguyu bir tercihe zorluyor.

Batı şimdi; self kolonizatör siyasi, dini ve ekonomik örgütlerden, kendilerine verdiği iltimasın ve imtiyazın karşılığını istiyor.

Bu arada Batı bir psikolojik propaganda yöntemi olarak; Türkiye’yle çatışmayı sistemsel, demokratik bir anlaşmazlık olarak servis ediyor.

Aslında bu: Batı için ontolojik bir çatışma!

Hayat-memat meselesi bu çatışma sürecinde, sırası geleni tek tek ön cepheye sürüyor.

Modern, beyaz, sivil, meşru ve tüm kanuni şartlara haiz kurumsal yapıların ve temiz yüzlü insanların zaman içinde teröre bulaştırılmalarının öyküsü budur.

FETÖ; görünür başlangıçta adı Fethullah Gülen Hocaefendi’ydi, cemaatti, sivildi, eğitim-öğretim aşığıydı, devletine, milletine sadık, elit, dindar nesil yetiştiriyor ve uluslararası arenada Türkiye’nin şanına şan katıyordu!

FETÖ; kendine sunulan yumuşak self sömürgeci dini rolün avantajını gördü, gönüllü oldu.

Çift yönlü kazançla taraflar mutlu mesuttu.

Ancak mukadder olan oldu.

Batı, derviş-meşrep maskeli bu acente yapıya acımadı. Aşama aşama devlete başkaldırttı, adi suçlara bulaştırdı, eline silah verdi, halkına kurşun sıktırdı, ülkeyi işgal ettirdi, terörist yaptı.

Dindarlığın, Nurculuğun, Türklüğün, Türkçenin, milliyetçiliğin ve devletçiliğin bir maske olduğu ortaya çıktı.

HDP; başlangıçta bir partiydi, demokratikti, yerliydi, Türkiyeliydi, PKK’yı sivil siyasete ikna ediyordu, silaha karşıydı, çözüm istiyordu!

Batı,  bölgesel İsviçre çakısı fonksiyonlu Kürtçülüğü, hoyratça harcanması pahasına, Türkiye devletinin dönüşümünü durdurmaya öncelik verdi.

Batı, HDP’ye de acımadı. İddialarını yedirerek etap etap barış karşıtı, ayrımcı, hendekçi, öz yönetimci, PKK’cı, YPG’ci, AB’ci, Almanyacı, Rusçu, İrancı, Suriyeci en-nihaye darbe sever yaptı.

Kürtlüğün, Kürtçülüğün, Kürdistaniliğin, Solculuğun, Marksizm’in, Türkiyeciliğin, halkların kardeşliğinin, barışçılığın,  anti-emperyalistliğin bir maske olduğu ortaya çıktı.

Bugün TÜSİAD; modern, laik, demokratik, ekonomik sivil bir örgütlenme. Türk iş dünyasını küresel ölçekte temsil ediyor. Türkiye’nin önde gelen girişimcilerini ve iş dünyası yöneticilerini bünyesinde barındırıyor. Türkiye ekonomisine yön veriyor. Devletle barışık..

Tarih, bugün kendilerini kritik bir eşiğe, bir arafa bıraktı.

Batı, dramatik olarak “yüksek özveri” bekliyor.

“Sıra sermaye sınıfına geldi, hak şinaslığınızı gösterin!” diyor.

Uzun bir ‘resmî ve demokratik’ koridordan menzile yürütüyor.

Yavaş yavaş devletle çatıştırıyor.

Cem Boyner rolünü erken oynadı ve daha o zaman gerekli işaretleri verdi.

Gezi Parkı olaylarında sokağa indi, slogan attı, pankart açtı, yürüdü.

Bir militan gibi, kalkışmanın ön safındaydı.

O gün hükümetin gidici olduğuna inanıyor, şans vermiyorlardı.

Bugün de devletlerine inanmıyor, eni-sonu yenileceğine iman ediyorlar.İnançlarında samimiler!

O nedenle her fırsatta “açıklama” yapıyor, diplomatik üslupla devlete ayar veriyorlar:

“Alınan tedbirlerin orantılı olduğu, aşırı ve keyfi olmadığı konusunda toplum kesimlerinin tatmin edilmesine ihtiyaç vardır; kayyuma devir gibi bir yargısal işlemin yerindeliği ve orantılı olmasından şüphe duyulması hukuk güvenliği açısından ülkemizdeki iş ve yatırım ortamına büyük zarar verir.

Diğer yandan, söz konusu şirketler arasında basın kuruluşlarının olması, girişim özgürlüğünün yanında, bir süredir basına yönelik devam eden müdahaleler ve saldırılar dikkate alındığında, basın özgürlüğü açısından da toplum nezdinde ciddi endişelere yol açmaktadır.”

Bu bir açıklama değil bildiri!

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ