Bu yazımızda okul yöneticilerinin gelirlerini ele alacağımızı söylemiştik. Ancak öğretmen aylıkları bağlamında genel duruma ilişkin birkaç hususu daha açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Aksi takdirde okul yöneticilerinin gelirleri konusunda söyleyeceklerimiz tam anlamıyla açıklığa kavuşmayabilir.

Artış Trendi Durdu

Öğretmen aylıklarının 2000 yılından itibaren izlediği seyre baktığımızda 2010 yılına kadar geçen 10 yıllık sürede kayda değer bir artış olduğu, ancak 2010’dan itibaren artış oranında yavaşlama olduğu gözleniyor. 2000 yılından 2010 yılına kadar enflasyon ve kur kayıplarını da hesaba kattığımızda yani aylıkların gerçek alım gücü dikkate alındığında Türkiye’de 15 yıllık bir öğretmenin maaşının %100 arttığını görüyoruz. Bu artış oranı diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda en yüksek artış oranını ifade ediyor. Ancak bu yükseliş trendi 2010-2016 yılları arasında sadece %5 oldu. 2000-2010 yılları arasında artış, AK Parti Hükümetlerinin ilk yıllarında gerçekleşen ekonomik kalkınmanın bir yansımasıydı. Diğer taraftan bu artışta Hükümetin eğitime ilişkin önceliğinin de bir miktar katkısı olduğunu inkar edemeyiz. Ancak bu katkının, Hükümetin eğitime öncelik verdiği için öğretmene pozitif ayrımcılık yoluyla yaptığı katkının, istatistiksel olarak ifade etmek gerekirse, %10’luk bir katkıdan fazlası olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Son 6 yılda ise gerek ekonomik durgunluk gerekse diğer gerekçelerden, Hükümet, her ne kadar memuru enflasyona ezdirmemişse de artış trendini oldukça yavaşlatmıştır. Fizik kanunlarına göre böyle hızlı bir düşüş trendi, önümüzdeki 5 yıl içinde eksi değerlere düşme ihtimalini artırmaktadır. Nitekim bazı gelişmiş ülkelerdeki öğretmen ayılıklarındaki artışın eksi değerlerde olduğu bir gerçektir. Bu durum, bir önceki yazımızda dile getirdiğimiz iddiamızı destekliyor: Öğretmenlik mesleği, bütün hamasi nutuklara rağmen, ortalama bir kamu hizmeti olarak kabul ediliyor ve buna göre ücretlendiriliyor.

Hükümet Ne Düşünüyor Ne Yapıyor?

Hükümetin düşündüğü açık: Amacı da her vatandaş için daha müreffeh ve kolay bir yaşam sağlamak için güçlü, kendi kendine ve kendi dinamikleriyle çalışan bir ekonomi kurmak. Bunun da liberal politikalarla mümkün olduğunu düşünüyor. 2004 yılında tartışmaya açılan Kamu Reformu Yasa Tasarısı, kısa bir süre sonra vazgeçilen sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, hiç kimseyi memnun etmeyen öğretmenler için kariyer sistemi uygulaması, özel okulların ve özel okulculuğun teşvik edilmesi, eğitim yönetiminin yerel yönetimlere bırakılması vb birçok politikada bu yaklaşımı açıkça görmek mümkün. Ne var ki reformcu AK Parti, konu devlet çalışanlarının özlük haklarını doğrudan etkileyen konulara geldiğinde politikalarını tekrar tekrar düşünmek zorunda kalıyor. Bana sorarsanız inancı değişmiyor, fakat uygulamayı sürekli erteliyor. Bugünlerde sözleşmeli öğretmenlik yeni bir formatta tekrar uygulamaya konuldu. Özel okulculuk hiç olmadığı kadar teşvik görüyor. Devlet memurluğu tekrar tartışmaya açıldı. Ancak bir türlü son atışı yapamıyor. Toplu sözleşmelerdeki tutumu da bu politikaların bir yansıması.

Liberal miyiz Komünist mi?

Esasen Hükümet sürekli bu soruyu soruyor. Zira bütün politikaların, atamaların, bütçelerin ve kararların merkezde toplandığı bir yapıda, hele Türkiye gibi büyük coğrafi ve kültürel farklılıklar barındıran bir ülkede liberal bir ekonominin, bu denli sıkı bir merkeziyetçilikle yürümeyeceğini biliyor. Öğretmen aylıkları da bunun bir göstergesi. Ülkenin her köşesinde, her branşta ve her koşulda çalışan öğretmenlerin aylıkları eşit. Bulunduğu bölgenin sosyo-ekonomik durumu, çalıştığı okulun şartları, sınıfında kaç öğrenci olduğunun bir önemi yok. Aylığa açıkça etki eden detaylar dil puanı, eşin çalışıp çalışmadığı ve çocuğunun olup olmadığı. Bu katkılar da toplam aylığın %10’una tekabül etmeyecek bir oranda. Daha vahimi kıdemli öğretmen ile yeni başlayan arasında hemen hemen hiç fark olmaması. Birinci derecedeki bir öğretmenle dokuzuncu derecedeki bir öğretmenin aylıkları arasındaki fark %10’u geçmez. Bu durum tam bir komünist yaklaşım örneği gibi duruyor. Zira liberal bir ekonomide, kıdem, iş zorluğu, sahip olunan yetkinlikler, kuruma yapılan katkılar, çalıştığınız bölge ya da kurumun durumu ücret belirlemede birer kriter olarak kullanılır. Ücret artışlarında, performans da başka bir önemli kriter olarak kabul ediliyor.

Hükümetin uygulamaya koyduğu politikalara baktığımızda bütün bunların farkında olduğunu, daha esnek, adil ve kendi dinamikleriyle işleyen bir devlet memuru rejimi ve buna bağlı olarak öğretmenlik sistemi getirmeye çalıştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ne var ki bunu başarmakta iki önemli engelle mücadele etmek zorunda kalıyor: Bürokratik yapı ve derinleşemeyen ekonomi. Ekonomi yüzeysel kaldıkça bürokrasi gücünü koruyor, bürokrasi gücünü korudukça ekonominin derinleşmesi ve güçlenmesi gecikiyor. Hükümet ise her seferinde bir sonraki seçimi garantiye alacak tercihler yapmak zorunda kalıyor.

Okul Yöneticiliği ve Geleceği

Okul yöneticiliği, hala bir meslek olarak kabul edilmiyor. Hal böyle olunca aylıklarının belirlenmesinde öğretmenlerin aylıkları esas alınıyor. Daha doğrusu okul yöneticileri öğretmen aylıklarına ve ders ücretlerine ek başka bir ücret almıyorlar.

Bu realite, iş yükleri her geçen gün artan okul yöneticiliği görevinin bir angarya olarak algılanmasına sebep oluyor. Bu da her geçen gün okul yöneticiliği görevini tercih edenlerin sayısının azalmasına yol açıyor. 2012’de yazdığım bir yazıda, Hükümet’e okul yöneticilerine ve adaylarına çok iyi bakmasını tavsiye etmiştim. Zira her geçen gün bu isteğin azalacağını ve yakın zamanda bu görevi üstlenecek aday bulamayacağını dile getirmiştim. Bugün, bu tehlikenin tezahür etmeye başladığını müşahade ediyoruz. Ne var ki hükümetin, son seçim beyannamesinde buna ilişkin bir politikalarının olduğunu belirtmiş olmalarına rağmen,  henüz bu konuda yeteri kadar duyarlı olduğunu söylemek zor.

Bütün bu olup bitenler çok uzak olmayan bir gelecekte Hükümeti, okul yöneticiliği mesleğini tanımaya ve hak ettikleri ücreti takdir etmeye yöneltecektir. Gerekçelerimizi ve bu ücretin ne kadar olması gerektiğini bir sonraki yazımızda tartışalım.

22 Ağustos 2017