Ziya Gökalp“Bir insanın ahlaktaki nakisasını, ilimde yahut dehadaki fevkalede meziyet ve kudretleri telafi edemez” diyor. Buna makam ve mevkideki özelliği de dahildir.

Kınalızade; bedenin kıvamını bulması ahlak ile tabietin kıvamı nefis ile, nefsin kıvamı akılla mümkündür. Devletin kıvamını bulması mülk-hükümdar ile hükümdarlık kıvamı siyasetle, siyasetin kıvamı hikmet ile kurulur, diyor.

Sokrates ise ahlakı aklın ve bilginin eseri olarak görür. Bilmek akılla mümkün olduğu için akılsız bilmez. Ona göre kimse bilerek fenalık yapmaz. Fenalık yapan kişi akılsızdır.

Roussea ise ahlakı “kalbin ilmi” olarak tanımlar. Onun kalp kelimesiyle anladığı, bencil ve menfaatçi duygularımız aşan ve insanı hayvancıl varlığın üstüne yüksekten sevgilerdir. Ferdin yaşadığı bu yüksek duygular toplumdan gelmezler, insanda da doğuştan bulunurlar.

Yukarıdaki açıklamalara göre birincisi okumak, para pul ve makam insanı ahlaklı kılmaz. İkinci tanımda bedenin kıvamını bulması ancak ahlak ile mümkündür diyor ki; bu da bize bir kişiye adam diyebilmemiz için ahlaki konuda yetkinlik göstermesi gerektiğidir. Sokrates ahlakın akılla ilgili olduğunu ve fenalık yapan kişinin akılsız olduğunu söyler. Roussea ise kötülük yapmak ancak hayvancıl bir takım dürtülerin neticesidir diyor.

Bütün bu tanımlamalar bize gösteriyor ki iyi insanlar başkasına kötülük etmez, onların haklarını gasp etmez, yalan söylemez, iki yüzlü davranmaz., aldatmaz, hile yapmaz vb.

Bazen insanlar hata yapar erdem gösterir ve hata yaptığını kabul eder ki bu kısmen o kişinin bir vicdana sahip olduğunun göstergesi olur. Ancak öyle insanlar var ki hatada ısrar eder, kılıf arar, mazeret bulur, çamura yatar, herkesin bildiğini yüzü kızarmadan saklamaya çalışır. İşte bu vicdansızlığın teşhiri insanlığın dip yaptığı noktadır.

Son dört yılda eğitimde yaşanan kadrolaşma ve bu kadrolaşmanın masum olduğunu savunmak tam da böyle bir yüzsüzlüğün ahlaki nakısanın neticesidir. Bu kadrolaşmanın bir hak olduğunu ,iddia etmek daha feci bir durumdur. Hele bir de on bir şubat tarihinde bakanlığa yazı yazıp liyakat, ehliyet ve dahi adaletten bahsetmek gerçekten ahlaki çöküntünün geldiği boyutu göstermek adına utanç vericidir.

Bizler Milli Eğitim camiasının fertleri olarak bu ülkenin değer yargılarını kendi dünyalık bir takım çıkarlarımıza alet ediyorsak Nizamül Mülk’ün deyimiyle tuzun koktuğunu açıkça millete göstermiş oluyoruz ki burada saygınlık bekleme hakkımız olmaz. Öteden beri öğretmen vicdanıyla hakim vicdanını aynı tutan bir meslek gurubunun buna hakkı yoktur. Doğruya doğru eğriye eğri diyebilecek bir yürekliliği göstermek zorundayız. Yalan söyleyenler öğrenciye doğruyu öğretmezler, hak yiyenler haksızlık yapmayın deme hakkına sahip değiller. Bu anlayışla önce inandığımız değerlerin içini boşaltmış oluruz ki bu her şeyden önce manevi değerlerimize bir dinsizin yapamayacağı kötülük olur ki buna da hakkımız yoktur.

Sonuç olarak; erdemli insanlar hatalarını kabul eder ve bu hatalarından dönerler. Özür dilemeleri gerekiyorsa dilerler, helallik istemeleri gerekirse isterler. Ancak pişkin ve yüzsüz insanlar hiçbir şey olmamış gibi, ortalıkta adamcık olarak dolaşmaya devam eder, sahiplerinin kapısında çatır çatır arpa öğütürken aslan postuna bürünürler. Bunları bildiği halde suskun kalıp yetkilerini kulanmayanlar, bu

haremi düzenin sürmesine seyirci olanlar ve çarpık anlayışı mazur görenler asla bu vebalden kurtulamazlar.