28 Temmuz 2017 tarihli bölgesel yayın yapan Küçük Menderes gazetesinin “Noter Huzurunda Okul Kaydı” haberi: Ödemiş Anafartalar İlkokulu’nda 1. sınıfa kaydolacak öğrencilerin velileri, 3 Temmuz günü okulda birinci sınıfı okutacak sekiz öğretmen bulunmasına rağmen özellikle iki öğretmenin sınıflarına çocuklarını kaydettirmek için okul bahçesinde sabahlamışlardı. Sonrasında kayıtlar ileri bir tarihe ertelenip, noter huzurunda çekiliş yapılmasına karar verildi. Bir veli, “Okulumuzda sıra yazılma sıkıntısı yaşandı, kargaşa dolu bir gece yaşadık. Problemimiz, idarecilerimiz tarafından halledildi. Noter huzurunda çekilişlerimiz yapıldı, sınıflarımız  ve öğretmelerimiz belli oldu. Çok memnunum, içim huzurlu” dedi. Okul Müdürü ise: “Okulumuzda yaşanan olumsuzluğu ortadan kaldırmak için noter huzurunda yapılacak kura çekimi ile adaletsizliğe meydan vermeden çocuklarımızın sınıfları belirlenecek.”şeklinde açıklama yaptı.  Ödemiş 3. Noterinin katıldığı kura çekiminde İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü de hazır bulundu.

Sadece Türkiye’de olabilecek ama Türkiye’ye yakışmayan bir görüntü.

İlkokul müdürleri Eylül ayını hiç sevmez çünkü onlar için çok sancılı bir dönemdir. Velilerimiz, özellikle çocuğu birinci sınıfa gidecek olanlar büyük bir telaşla en ideal öğretmeni bulabilme arayışı içine girerler. Hatta kendileri öğret­men olanlar bile çocuğunu teslim edecek iyi öğretmen peşinde koşarlar. Aslında bu arayış çocukları henüz ana sınıfına giderken başlar. Mahalledeki komşular, öğretmen tanıdıklar devreye sokulur. Öğretmenlerin öz geçmişlerinden, eğitim durumlarına, kişisel özelliklerinden özel hayatlarına kadar araştırılır. Ana sınıfı öğretmeninden tavsiyeler alınır. Okul idaresine yakın tanıdık kimseler bulunmaya çalışılır.

Neden böyle oluyor?

Bu demektir ki:  Herkes iyi öğretmenler elinde çocuğunu yetiştirmek istiyor... Okullarımızda, iyi öğretmenler yanında iyi olmayan öğretmenler de bulunuyor...

Çocuğu 1. sınıfa başlayacak velilerimiz çok büyük heyecan ve telaş içinde olup, çocuklarından daha fazla endişe taşıyabiliyorlar. Çocukları, çevrelerinde araştırıp, soruşturup kendileri için ideal olduğu kanısına vardıkları öğretmenlerin sınıfında yer alamayınca ise bu endişeler çok daha büyüyerek öğretmenlere ve öğrencilere olumsuz olarak yansıyıp, büyük bir problem yumağı halini alabiliyor.

Hep unuttuğumuz bir şey var, tüm öğretmenlerimiz farklı üniversitelerden mezun olup, farklı eğitim ekollerinde yetişmiş, farklı kişilik özelliklerine, yeteneklere, yöntem ve tekniklere sahiplerdir. Bir öğretmenin, birbirinden çok farklı beklentilere sahip olan velilerin hepsini ayrı ayrı memnun edebilmesi,  bu kadar farklı kişiliğin, farklı isteklerini yerine getirebilmesi mümkün değildir. Her öğretmenin kişilik yapısı, uygulamaları, bakış açısı, öğrenci profili farklı olabilir. Bu nedenle öğretmeninizi kulaktan dolma bilgilerle başka öğretmenlerle karşılaştırmak doğru değildir, öğretmeninizle olan ilişkiniz bozulabilir.

Dışarıdan bir kişinin, sizin anneliğinizi, taktir ettiği bir başka anneyle kıyaslayıp, bununla sizi rahatsız etmesini düşünerek, empati kurulabilir. Öğretmenle karşılıklı sevgi, saygı, güven ve özveri sınırları içinde yürütülen bir ilişki de en fazla kazançlı olan sizlerin çocukları olacaktır.

Bazen okul bahçelerinde öyle konuşmalara şahit oluyoruz ki, sanırsınız velilerin hepsi üniversitelerin Sınıf Öğretmenliği Bölümlerini birincilikle bitirmiş, mesleğinde yılların tecrübesini taşıyan kişiler. Bazı veliler kendilerini öğretmenden daha öğretmen hissedip, bizleri her konuda yönlendirmeye, eleştirmeye, yönetmeye çalışabiliyorlar.

Sınıf bir ailedir ve her ailede olduğu gibi fikir ayrılıkları, anlaşmazlıklar olabilir ve bu gayet normaldir. Önemli olan tarafların birbirini saygı çerçevesinde dinlemeye, anlamaya çalışmasıdır. Ufak problemleri büyütmemeli, sınıf kendi arasında çözmeli, zaten yoğun ve yorucu hayatlarımız daha zor hale getirmemeli, sınıf enerjimizi düşürmemeliyiz. Velilerimizin, çocuğunun çağdaş dünyanın ulaştığı bilgi ve beceri seviyesine ulaşmasını istemesi ve beklemesi gayet doğaldır. Öğretmenden çocuğu için “ayrıcalık” beklemesi ise yanlıştır.

Velilerimiz hem çocukları hem de kendileri adına mutlu ve huzurlu olmak istiyorlarsa en başta Öğretmenleriyle sağlıklı bir iletişim kurması gerekmektedir. Sınıf kuralları beraber oluşturulursa, sınıf kuralları içinde velileri ilgilendiren derse zamanında gelme, öğrenciyi sınıfa kadar çıkarmama, dersi çok acil durumlar dışında bölmeme, öğrencinin okula gelmemesi durumunda öğretmeni haberdar edip, bilgi verme gibi konularda hassasiyet gösterilirse başarı mutlaka gelecektir.

Okullarımızda verim alamadığımız öğretmenler konusuna gelirsek, bir eğitimci olarak önce çuvaldızı kendimize batıralım. Velilerimiz birinci sınıfta üç grup öğretmeni tercih etmemektedirler. Bunlardan birincisi çocuğu sevmeyen, sınıf ortamında bulunmaktan, çalışmaktan mutsuz olan liyakatsiz öğretmenler.

Eskiden hastanelerde hekim seçme hakkı yoktu ama sonradan hastaya kendi hekimi seçme hakkı verildi. Şuan hastalar istedikleri hekime muayene oluyorlar. İşini çok iyi yapan hekimler daha çok rağbet görüyor. Bu durum hem onları motive ediyor hem de performansa dayalı ücret sisteminin gelmesiyle işini iyi yapan karşılığını alıyor. Veliye de öğretmen seçme hakkı verilsin. Seçilmeyen aynı zamanda idare ve diğer öğretmen arkadaşları ile problem yaşayan öğretmenler, önce başka bir okula görevlendirilmeli ve aynı zamanda hizmet içi eğitime de tabi tutulmalıdır. Yine aynı sorunlar devam ediyorsa bu sefer masa başı memurluk verilmelidir.

Özellikle merkez okullarda rastlayabileceğimiz diğer bir grup ise emekliliği gelmiş, ununu elemiş eleğini asmış ama çocuğunun üniversite harcamaları ya da düğün borçları için(Emekli olursa maaşı düşeceği ve ek dersi olmayacağından) mecburen görevine devam eden çok yaşlı öğretmenler.

 Türkiye’de öğretmen yetiştirme ile ilgili hizmet içi eğitimleri yapan bir anlayış olmalı. Öğretmen mesleğe atanıyor, atandıktan sonra emekli olana kadar gelişim anlamında hiç bir şey yapmasa da yine hiç bir şey olmuyor. Ama Batı dünyasına baktığımız zaman öğretmenler, üç beş sene içerisinde bir zorunlu aldıkları çeşitli derslerle ve sertifika programlarıyla kendilerini yeniliyorlar. Yirmi sene öncenin eğitim anlayış ve kültürüyle bugünkü eğitimi yapamazsınız, yapmamalısınız. Her şey değişiyor, değişmeyen tek şey değişim.

Üçüncü grup ise yeni atanan Öğretmenler. Aslında en başta eğitim fakültesinden iş sıkı tutulmalı. Tıp fakültelerini ele alırsak doktorlar nerede eğitim alıyor? Hastanelerde. Artık pratik uygulama yapmadan, hangi meslek olursa olsun iyi hizmette bulunamazsınız. Mühendis olacaksanız sanayide olacaksınız. Peki, öğretmen adayları neden okullarda değil? Nerede yetişecekler bunlar? Öğretmenin uygulama yeri sınıftır. Eğitim fakültesinde okuyan öğrenciler dört yıllık eğitim hayatları boyunca sadece bir ay staj yapıyorlar. Yeni mezun bir öğretmenin, oldum diyebilmesi için en az iki yıla daha ihtiyacı vardır. Bu iki yıl içerisindeki öğretmenlere denk gelen nesiller ise maalesef harcanmış oluyor. Bu da 1. Sınıfta tecrübeli öğretmen arayışlarını artırıyor. Sözün özü bu sistemin bir an önce düzelmesi lâzım.

Cemal KAPAN

Eğitim Yöneticisi