Evvela bilinmesini isterim ki; 7 Haziran seçimlerinden sonra “CHP ile ittifak yapılmalı” diyen ve sonrasında uzlaşma kampanyaları yürüten, 31 Mart seçimlerinde de haftalarca CHP, HDP ve İmamoğlu güzellemeleri yapıp ardından da AK Parti’ye ahlak dersleri vermeye kalkan bir tayfadan değilim.

Yine bilinmesini isterim ki; Erdoğan hükümetleri döneminde makam-mevki, itibar elde etmiş, sonra makamı elden gidince ağlak küskünler sınıfına dahil olmuş zümreden de değilim.


Bulunduğum il ve ilçede AK Parti teşkilatlarının binalarının nerede olduğunu bilmem. Bir kez olsun kapılarını çalmadım. Bu yaşıma kadar ne TBMM’nin ne de Külliye’nin kapısından içeri girdim.

Belediye başkanlarından sadece Hüseyin Keskin’i tanırım. Onu da mütevazı ve entelektüel kişiliğiyle tanırım.

Gazetede köşe yazarlığının bile araya hatırı sayılır siyasetçi, bakan vs. sokularak torpil yoluyla yapıldığını daha yeni öğrendim.

Anlayacağınız bu işlerin nasıl, hangi yöntemlerle yapıldığını bilmem. DM gruplarında Erdoğan’a veryansın ettikten sonra utanmadan, sıkılmadan “ölümüne ölümüne…” diyerek tweet atan ikiyüzlü heriflerden olmadım.


Erdoğan’ı dünya görüşümle, inancımla, değerlerimle, ilkelerimle ve karakterimle birebir örtüştüğü için destekliyorum. Bu yüzden gıyabında ona verilmiş bir sözüm var. Bu yola girerken “tek başınıza kalsanız da sizi asla bırakmayacağım” demiştim. Sözüm bakidir.

Çünkü benim kırmızıçizgim; İslam’dır, Türkiye’dir, vatanımdır. Gelinen noktada bugün Erdoğan’ın kaderiyle ülkenin kaderi birleşmiştir. Ben buna inanlardanım.

Rahatsız olduğum için yazan bir yazarım.  Bu yüzdendir ki hep rahatsız edici oldum. Bu ülkenin çocuklarına reva görülen Batıcı eğitim sisteminden rahatsız olduğum için “eğitim” yazıları yazdım mesela.

Lafı eğip bükmeyi sevmem. Kibirli insanlardan yılandan kaçar gibi kaçtım. Eğer becerebilirsem üç günlük dünyada şerefimle yaşayıp göç etmek gibi bir niyetim var. Gerisi boş bir oyalanma…


2016 yılından beri naçizane etrafımda gördüğüm ahlaksızlıkları, adaletsizlikleri, liyakatsiz atamaları ve numaradan “dava” rolü kesen acemi hatipleri ve her fırsatta Erdoğan üzerinden nemalanmaya çalışan lüpçü, kurnaz muhafazakârların ahvalini dile getirmeye çalışıyorum.

*

31 Mart seçimlerinden sonra, ayda 53 bin kilometre yol kat ederek günde ortalama 2-3 miting yapan Erdoğan’dan başka henüz kimse özeleştiri yapmadı.

Profillerine “İstanbul Belediye Başkanı” yazdıran trolleri geçtim “Hırsız CHP” üzerinden yürütülen kampanyalarla, teşkilatlarına toz kondurmayan daha da vahimi FETÖ’yü bile işin içine dahil etmekten imtina eden bir kesim var.

Seçimi geçtiler artık kendilerini kurtarma derdine düştüler. Ne hazin bir durum…

Kimse “biz nerede hata yaptık” sorusunu sorarak özeleştiri yapamıyor. Yapamıyor çünkü yazımın başında da ifade ettiğim gibi işler, samimiyet ve kalite üzerinden değil; eş, dost, hatır, gönül üzerinden yürüyor.

Ondan daha da önemlisi Erdoğan’ın şu uyarıları idi;

“Kardeşlerim” diyordu Erdoğan, hemen gittiği her yerde. “Allah aşkına soruyoruz size, bize kibir yakışır mı, bize gurur yakışır mı?” “Seçim döneminde kimse 'bu benim yakınımdır, bu benim şuyumdur' diye bize aday teklifiyle gelmesin.” “ Kibir abideleri gelmesin.” “ Kibirli adam bu kapıdan içeri giremez.”


Birkaç gün evvel de; “Bunun yanında davasını hayatında da yaşayacak. En ufak bir savrulmada merkezi bırakıp başka yerlere kaçmayacak. Şu anda bakıyoruz bazı yerlerde işte seçimlerde de filan falan... Allah selamet versin. Hemen anında sendika değiştirmeler, şunlar bunlar. Herkes bir yere savrulmaya başladı. Bu dava adamı olmak değil." demişti.

Erdoğan neden sürekli bu uyarları yapıyordu? Çünkü Kemalistler gibi halka tepeden bakan, onları aşağılayan, kibir abidesi bir kesim oluştu da ondan. Lüks ve şatafat içerisinde yaşayan bir teşkilat yapısı oluştu da ondan.

Kendilerini İslam’ın hizmetçisi, kölesi olarak adlandıran, beş vakit namaz kılan, yıllık umre ziyaretlerini aksatmayan, içinde dava, millet, bayrak, vatan, Allah, peygamber geçen şiir ve sözleri ezbere bilen insanlar bunlar!

Ama tüm gayretlerime rağmen fakir bir ailenin evladına aylık yüz lira burs veremeyecek kadar vicdandan uzak insanlar…

Her cuma, hutbede okunan “Allah, akrabaya yardımı emreder” ayetini yanlış anladı bizim muhafazakârlar. İktidarın tüm nimetlerinden önce akrabalarının faydalanmasını, fakir komşusu (onlar kardeş diyorlar) orada öylece aç dururken zengin akrabasına yardım ederek makam sahibi yapmak olarak anladılar.

Bundan yıllar önce, dindar, muhafazakâr insanların bir heyecanı, muhalefeti ve haklı bir isyanı vardı. Bilhassa 28 Şubat darbe döneminde; içlerinde yine bugünkü gibi korkak, dirençsiz, ezik, fırıldak tipler yok değildi ancak genel anlamda isyanlarının, heyecanlarının bir anlamı, değeri ve kıymeti vardı.


2017 yılında Milat’ta “Biz Büyük Savaşı Kaybettik” başlıklı yazımda; yitirilen bu heyecanı ve ruhu kendimce tahlil etmiştim.

Ne oldu biliyor musunuz? Biraz para, biraz şöhret biraz da makam gördüklerinde en temel ahlaki ilkelerinden bile vazgeçebilecek derecede alçalan tiksinti verici dehşet bir mekanizma inşa edildi.

“Bugün inşa edilen bu düzeneği, tahrip edilmiş ruhlardan, gırtlağına kadar kibre batmış, aynı tornadan çıkmış ekşi suratlarından anlamak mümkün. Kalbine saplanan zehirli okun tesiriyle şuur ve fikir irtibatını koparmış bu zavallı kesimin ömrünü kuyruk sallayarak geçirdiği ibretlik bir evredeyiz” demiştim biraz da yutkunarak.

Çünkü biz evvela kendi içimizde verdiğimiz o büyük savaşı, Cihad-ı Ekber'i kaybettik. Kendi içinde verdiği savaşı kaybeden artık hiçbir savaşı kazanamaz. İnsanlaşma yolunda verdiğimiz mücadeleyi askıya aldık. Şimdi aylık ortalama 50 bin lira gelir elde eden ümmetçi yazarlarımız oldu.

Açıkçası adını "dava" koydukları bir para biriminden bahsediyorum. Biz bastık bu parayı! Hem de ahlak maskesi takarak.

Korkunç bir kibir hali. Zevk, şuur ve bilinç kayması bu. Dava dava diyerek kurulan/tesis edilen bu basit, sıradan, bayağı düzeni yıkmalıyız artık. Köklü bir zihin değişikliği şart.

Bundan üç yıl kadar evvel Başkan Erdoğan’a şöyle seslenmişim; “Din, iman, dava vs.  üzerinden makam mevki elde etmenin yollarını arayan, aç komşusuna bir lokma ekmeği dahi çok gören, heyecanını yitirmiş, bu vicdansız insanlarla yolunuzu tez vakitte ayırınız ve yola hangi kesimden olursa olsun ehl-i vicdan sahibi, küçük hesaplar yapmayan, ahlak sahibi, kaliteli temiz insanlarla devam ediniz”. Aynı çağrımı yineliyorum.