Bir önceki yazıda “Evvela buraya ait, yerli, özgün, ayakları yere sağlam basan bir düşünce/fikir sistemi tesis etmeliydik” demiştim. Ne var ki ortada pozitivist düşünce akımının kuşattığı okul sisteminin önerdiği insan modelinden başka henüz elimizde bir şey yok.

Bu anlamda Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisinin “maarif” olduğunu düşünüyorum.  Memiş Okuyucu’nun titizlikle kaleme aldığı, Kitaparası Yayınları’ndan çıkan “Maarif ve Geleceğimiz” adlı kitap bu büyük soruna dokunmuş ve ayakları yere sağlam basan öneriler sunmuş.

Takdim yazısını D. Mehmet Doğan’ın kaleme aldığı “Terbiyesiz eğitim!” başlıklı yazıda “terbiye” kavramı enine boyuna irdelenmiş ve terbiyenin yeni dilde tam karşılığının olmadığı vurgulanmış. Bu çok önemli.

Oysa terbiye Arapça bir kelime olup Rbv/rübüv kökünden geliyor. Kelime Rabb ile aynı kökten.

Ne yazık ki terbiye, bir zamanlar bazı eğitim sözlüklerinden çıkarılmıştı. Kısacası Mehmet Doğan köklü bir kelimenin yerine uydurulmuş, alakasız birçok kelimelerin ve anlamların yüklendiğini işaret ettikten sonra bu kavramın da içinin boşaldığını ifade ediyor

Memiş Okuyucu ise benim de üzerinde sıklıkla durduğum bir sıkıntıyı yani, hedef insan modelimiz üzerinde henüz bir tartışma başlatılmadığını ve üzerinde uzlaşılmadığını ifade ediyor. Dolayısıyla evvela terbiye edilmesi gerekenin bizzat eğitim olduğunun altını çiziyor.

Türkiye’de batılı değerleri içselleştirip yaşama ve tüketim biçimine dönüştüren modernitenin getirdiği imkan ve düşünceleri tek çıkış yolu olarak benimseyen aydın, sanatçı, siyasetçi vs. kesimlerin varlığı bize sömürgeci eğitim sisteminin gerçek yüzüyle tanıştırıyor.

Memiş Okuyucu tam da bu noktada kültürel yozlaşmaya ve erozyona dikkat çekiyor. Neticede yenilgi psikolojisi, yenik aydın, kompleksi aydın, sömürge aydını gibi son derece dramatik bir hal alan zihni köleleştirme sürecini gözler önüne seriyor.

Bunun en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz maarif sisteminin temelinde yatan eski pozitivist, sömürgeci anlayıştır.

Bugün tek kutuplu dünyadan sonra tek tip yaşam, tek bir toplum ve tek bir tüketimi ihtiva eden bir dünya oluşturma çabası söz konusu. Bunu da hayatlar, kimlikler, aile, tarih, kültür ve dil üzerinden yaparak zihin ve algı dünyamızı kontrol altına almaya çalışıyorlar.

Bunu aşmanın yegâne yolu; maarifi terbiye etmek ve buraya özgü, yerli, medeniyet perspektifli bir mektep sistemi inşa etmektir.

Peki, nasıl?

Öncelikle Cemil Meriç’in de ifade ettiği gibi; “kamus ( dil sözlük) bir milletin hafızası, yani kendisi, heyecanı, hassasiyeti ve şuurudur. Kamus bir milletin namusudur. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.”

Kitap tam da bu noktada ortak bir aklın inşa edilebilmesi için dilin yozlaşmasına mani olunması gerektiğini söylüyor. Çünkü yabancı kelime istilası devam ederse ortada Türk dili kalmayacaktır.

Bugün için en çok ihtiyaç duyduğumuz şey; ortak bir gönül dilidir. Dilde ve fikirde birlik edebilmek için aynı gönül dilini konuşmaya aynı gönülle hitap etmeye ihtiyacımız var. Bunun yolu maariften geçmektedir.

Küresel çapta tüm değerlerimize yönelik başlatılan operasyonlara ve içeride yaşanan tarihsizliğe, talihsizliğe, kültürel yozlaşmaya, köksüzlüğe, bilinç ve şuur kaymasına karşı ancak köklü bir maarif sistemiyle mücadele edebiliriz. Türkiye’nin istiklali ve istikbali ancak maarif sisteminde yaşanacak köklü bir değişime bağlıdır.

Diğer taraftan kitap, bir maarif televizyonun kurulmasını da teklif ediyor. Bu çok önemli, geçenlerde bir TV’de yapılan sokak röportajlarında insanlar istisnasız “Örümcek Adam” adlı çizgi filmiyle büyüdüklerini ve çok sevdiklerini söylemişlerdi.

TV’nin insanları yönlendirmede, bilinçlerine hükmetmede ne denli etkili bir araç olduğu aşikâr.

Yazının Devamı İçin TIKLAYINIZ