Ak Parti iktidarının bir dönem kamuda verimliliği artırmak adına yapmak istediği kamu personeli yani DMK değişikliği, yeniden ve daha ciddî bir şekilde gündemde. Ama bu sefer ilave ve önemli bir gerekçe daha var: Devletin - halkın güvenliği... Dışardan biri olarak baktığınızda devletin/hükümetin elinde değişikliği haklı kılacak çok sayıda argüman var. Son birkaç yıldır yaşanan hadiseler hükümeti haklı çıkaracak cinsten. Üstüne üstlük birbirine düşman ne kadar yapı varsa devlete karşı güçlerini birleştirmiş durumda. Türkiye'nin güvenliğini en çok tehdit eden gruplardan biri özellikle belediyelerde diğeri ise nerdeyse tüm devlet kurumlarında otağını kuracak kadar güçlenmiş durumda. Buralardan aldıkları güçle devlet meydan okumakla kalmıyor, natif - paralel devlet yapılanması ile insanları, kurum ve kuruluşları âdeta bezdiriyorlar. Devlet kurumlarının verimliliği noktasında hem devleti yönetenler hem hizmet alanlar zaman zaman çok olumsuz şeyler söylüyorlar. Ancak çare diye ortaya konan özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaları devlet kurumlarını aratır durumda. İç içe geçmiş iki kavram haline dönüşen özelleştirme ve taşeronlaştırma vahşi kapitalizmin iki ayağı olup biri modern feodalizm, diğeri ise modern kölelikten başka bir şey değil. Bu iki uygulama, küçük ama çok zengin bir kesim ile büyük ama fakir bir sınıf ortaya çıkararak orta sınıfı âdeta yok etti. Orta sınıfın gittikçe küçüldüğü bir dünyada huzuru sağlamak mümkün olmamaktadır. Peki, iş güvencesini ortadan kaldırarak hem devletin güvenliğini sağlamak hem de kamuda verimliliği artırmak mümkün müdür? Ya da bu iki şeyi sağlamanın tek yolu iş güvencesini yok etmek midir? Bir sonucu elde etmenin binbir yolu olabilir. Bu yolları denemeden milyonlarca insanı tedirgin edecek, dahası güçlü bir şekilde karşınıza alacak bir yola girerseniz astarı yüzünden pahalıya mal olabilir. Bir kere iş guvencesinin olmadığı yerde huzur yoktur. Sürekli işini kaybetme endişesinin olduğu yerde ne verimliliğınden bahsediyorsunuz? Hele de bu iş güvencesi amirlerinizin iki dudağı arasındaysa... İşine pamuk ipliğiyle bağlı olan bir insan yaptığı işi ne kadar sarılır, çalıştığı kurumu ne kadar sahiplenir. Bir göreve üç beş yıllığına getirilen insanların son bir iki yılının ne kadar verimsiz geçtiği bilinmedik bir şey midir? Sahiplenme duygusunun olmadığı bir kurumda hangi verimlilik ve başarıdan bahsedilebilir. Devletin güvenliği konusu uzun uzadıya ele alınması gereken bir konu. Bir kamu görevlisi, hem devletten maaş alıp hem de devlete düşman unsurların hesabına çalışıyorsa bu kişiler mevcut 657 ile de rahatlıkla kapı dışarı edilebilir. Bunun için iş güvencesini ortadan kaldırmanın gerekmediği herkesin malumu olmalıdır. Hadise şudur: Bugün devlete karşı birleşen birbirine zıt iki yapı, kendilerine verilen şansı iyi kullanmamış; her ikisi de meydanı boş bularak biri belli bir bölgeye, diğeri de devletin tamamına ağababaları namına el koymaya kalkışmıştır. Şimdi buradan hareketle çalışkan ve vatansever büyük bir kitleyi bu iki unsurla mücadele adı altında tedirgin etmeye gerek var mıdır? Devlet, aslında buradan iki ders çıkarmalıdır. Birinci ders: Ülkeye barış, huzur ve kardeşlik getireceğim derken güvenlikten taviz vermemek. İkinci ders: Devlet kurumlarını kimlerle iş tuttuğu belli olmayan, beyni dışarda yapılara teslim etmemek. Bu iki şey sağlandığında hem kardeşliğimiz, huzur ve barışımız olumlu bir çizgiye oturur hem de devlet kurumları farklı ajandası olan yapılardan temizlenir; hiç kimse de puslu havalarda ortaya çıkmaz, bulanık suda balık avlamaya kalkışmaz. Devlet, şunu da bilmeli: İnsanları açlık sınırının üzerinde yoksulluk sınırının altında çalıştırarak verimlilik artırılamaz. İnsanlara hak ettiğini verir, çok çalışanla az çalışanı ayırt edeseniz verimliliği de sağlarsınız. Hükümet, aldığı yüzde elli oyu yanlış yorumlayıp her şeyi yaparım mantığı içine girerse; dört yıl sonra yeni bir 7 Haziran vakasıyla karşılaşabilir; sonrasında ise olmaz gözüyle baktığı vaatlerini iki katına çıkarmak zorunda kalabilir. Hükümet aldığı güzel oyun kıymetini bilmeli, 7 Haziran öncesi yapılan yanlışlardan uzak durmalı ve geniş kitleleri karşısına almaktan kaçınmalıdır. Bunu yaptığında çok şey kendiliğinden yoluna girecektir. Devlet memurları açısından olaya baktığımızda, hükümet sanki bu sefer daha kararlı görünüyor. Ortaya koyduğu argümanları haklı bularak destek verecek önemli bir kitle de var. Bize düşen ise işimizi en iyi şekilde yaparak olumsuz algıyı kırmak, sahte kurtarıcıların ağına düşenleri oradan çıkarmak ve iş güvencemize dokundurmamak; iş güvencesine dokunmadan da maksadın hasıl olacağını devleti yönetenlere göstermektir. Erol Ermiş Eğitim-Bir-Sen İstanbul 3 No'lu Şube Başkanı