“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Olmaz elbette. Çevremize şöyle bir bakalım. Bilgi eksiğinden dolayı yanlış yapan kaç kişi var? Ya bilmediğini bilmeyen? Bilenler, bilmeyenlere anlatsın demiş ya Nasrettin Hoca işte öyle. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp sözü de atalarımızdan. Öyleyse bildiklerimiz bize yetmiyor, onun yanında bir de yapabilmek gerekiyor. Trafik kurallarını nerdeyse bilmeyen yok denecek kadar az. Ancak kazalara baktığınızda sonucun bilgi eksikliğiyle ya da araçlardaki donanım eksikliğiyle pek alakası yok. Öyleyse durum bilmekle değil yapabilmekle alakalı ve yapabilenler ancak kendini bilenlerdir.

Hayatta her gün onlarca karar almakla karşı karşıya kalırız. Bu kararları alırken zaman zaman zorluklar yaşar, bazen aldığımız kararın kararttığı biri oluruz.En kötü karar kararsızlıktan iyidir veciz sözü bir yana yaptığımız bir çok şey kararsızlığımızı azaltacağı yerde inadına artırır. Doğru karar vermek de yaşadıklarımızdan çıkardığımız tecrübelerin sonucudur.

Mevlana oğluna derki: “Bahaeddin ! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma! Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma! Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen, fena söyleyici, fena öğretici ve fena düşünceli olma! Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç cennetin ta kendisidir.

Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gamda cehennemin ta kendisidir. Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanlarını andığın vakit için, dikenler ve yılanlarla dolar. Canın sıkılır içine pejmürdelik gelir. Bütün peygamberler ve veliler böyle yaptılar, içindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”

Mesnevi de geçen “Doğru olsam ok gibi, yabana atarlar beni

Eğri olsam yay gibi, elde tutarlar beni”

Montaigne  ise; “Eğer kap temiz değilse içine döktüğünüz her şey ekşir.” der.

İçinde bulunduğumuz mübarek ramazan ayı bilmek ve yapabilmek  ayrımının en güzel biçimde hayata yansıdığı ve Kuran’ın indirilmeye başladığı bir aydır. O Kuran ki inananlar için bir hidayet, inanmayanlar için onların delaletini artıran bir kitaptır. Hayatın anlamını ve varoluşumuzun gerçek sebebini en güzel biçimde açıklayan kitabımız  ilme ve hayatın yasalarına dikkat çeker. Bu hayat kuralları içinde ilmin çalışana, dünya malının ise Allah’ın lütfettiği kişilere verileceği müjdelenir.

Bilmek aynı zamanda fiilen de insana sorumluluk getirir. Bilgi sahibi sorumluluk sahibi olduğu gibi o bilginin sadık bir taşıyıcısı da olmak zorundadır. İlim öğrenmek farz iken; “insanlar içinde ya öğrenen ol ,ya öğreten ol ya da bunları seven sakın ha bunların dışında olma” ikazını da dikkate almak gerekir. Alimlerin mürekkepleriyle şehitlerin kanları tartıldığında alimlerin mürekkebi ağır geldi ikazı da ilim sahiplerinin en üstte yer aldığının bir başka ifadesidir.

Günümüzde kalemi hakkın ve hakikatin terazisine sadık kaç alim tanıyoruz? Bu alimlerin verdiği hak mücadelesinde biz hangi safta yer alıyoruz? İşiten kulaklarımız, gören gözlerimiz ,tutan ellerimiz olmalı, bilmenin ve yapabilmenin derin mesuliyetini idrak edebilmeliyiz. Okullar bilgi veren yerler ancak bilgi vermek bilginin şerefini kurtarmıyor. Toplumda çok saygıdeğer karakterlerin bilmek ve yapabilmek ayrımında yalnız bildim de kalması ve doğruyu yapabilmeyi becerememesi eğitim sistemimizde daha fazla taşların yerinden oynaması gerektiğini bizlere göstermiyor mu? Ne dersiniz?([email protected])