562 yıl önce İstanbul fethedildiğinde surların içinde yaşayan Hıristiyan olan halka ne oldu?

Orada yaşamaya ve topraklarında kalmaya devam ettiler. İslam dininin en temel özelliği olan “slm” devreye girdi; selametle, emniyetle ve huzur için yaşamaya devam ettiler.

Üstelik Bizans’ın bitmek tükenmek bilmeyen zulüm ve baskısından kurtuldukları için Müslümanlara minnettar kaldılar.

Çünkü Peygamber (s.a.v.) müjdesi ile Konstantiniye kapılarından “Fatih” olarak giren Sultan Mehmet, kovulduğu Mekke şehrine “Muzaffer” olarak ama tevazu ile giren kutlu rehberinin (s.a.v) yolunu takip ederek halka emniyet güvencesi verdi.

Kiliseleri başta olmak üzere her türlü dini mekânları korundu ve hatta Müslüman Osmanlı Devleti tarafından bakım gördü.

Kısa sürede İslam’ın sunduğu kardeşlik ortamında Müslümanlarla kardeşçe yaşayıp gittiler.  Ticarette, sanatta, çiftçilikte istedikleri gibi çalışıp istedikleri gibi tasarrufta bulundular.

Zaman içinde Müslümanların yaşantılarından, dürüstlüklerinden ve güzel huylarından etkilenip İslam’la şereflenenleri oldu. Ama hiçbir zaman baskı görmediler.

Ne zamanki Osmanlı zayıfladı, sarsılmaya başladı, işte o zaman, hepsi değil ama bir kısmı, yeniden bu kutlu şehrin ruhunu geri alma hevesine kapıldı.

Bu hevese kapıldılar çünkü yüzyıllar önce atalarının Bizans Devletinden gördüğü zulmü unutmuşlardı.

Bütün dünyaya kan ve gözyaşından başka miras bırakmayan Hıristiyan devletlerinin sahte propagandasına kapılan bu insanlar; kendilerine asırlarca hamilik yapan bu millete kafa tutmaya başladılar. Batılı derin güçlerle birleşip Osmanlı’nın yıkımını hızlandırdılar.

Uzun bir zamandan sonra…

Tam bu topraklardaki İslam izlerini sildiklerini düşünmeye başlamışlardı ki hiç beklemedikleri bir şey oldu.

Evet, beklemedikleri bir şey…

Çünkü onların kurgusuna göre bu ülkede hiçbir zaman bu milletin has evladından biri devletin başına tam yetki ile geçemeyecekti. Geçse bile bir şekilde pişman edilecekti.

Nitekim bunu çok iyi de başardılar. Müslüman-Türk görüntüsü altında “kahrolsun şeriat” sloganları ile on yıllarca milleti açlığa, susuzluğa, eğitimsizliğe ve yolsuzluğa mahkûm ettiler.

Robert koleji ve benzeri mekânlarından modifiye edilmeyen hiç kimseye yaşam hakkı vermediler. Ne devlette, ne sanatta, ne askerlikte ne de iş dünyasında…

Bir yolunu bulup yukarı çıkanları da onları yukarı taşıyan halkı da her seferinde pişman ettiler.

Fakat beklemedikleri bir şey oldu.

Bütün engelleme ve bütün zorbalıklarına rağmen halktan biri, onların suyundan içmemiş biri, Robert kolejlerinde modifiye edilmemiş biri, oluşturduğu sinerji ile devletin en tepesine kadar tırmandı.

Sadece tırmanmakla kalmadı devletin bütün imkân ve kurumlarını da milletin hizmetine sundu. Sağlığından eğitimine, ulaşımından sağlığına… Her şeyi milletin hizmetine verdi. Yetmedi, milleti şanlı geçmişinde olduğu gibi yeniden dünya aktörü olma konusunda uyandırdı.

Ve şimdi;

Fethin 563. Yıldönümünde bazı kesimlerin verdikleri tepkileri bu çerçevede değerlendirmek lazım. “Zülum 1453’te başladı.” diye duvarlara yazı yazan zihniyet aslında 562 yıl önceki ezilmişliği sindiremeyen zorba Bizans zihniyetidir.

Aynı şekilde52 gün top ateşi yağdırılan, üç gün boyunca yağma, talan, tecavüz serbest olan bir olay nasıl 'fetih' oluyor?” diyen kişi de olayları saptırarak kuyruk acısını ifade ediyor.

Kendisine sormak lazım; senin dediğin doğru ise kiliseler asırlarca nasıl faal kaldı? Hıristiyan halk nasıl varlığını sürdürdü? Nasıl dinlerini yaşamayı bugüne kadar sürdürdüler? En önemlisi sen nasıl hala varlığını sürdürebiliyorsun?

Yine Türk akademisyen kılıklı bir şahsın; “Bugün muhteşem bir uygarlık olan Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in barbar ve bağnaz bir kabile tarafından işgalinin yıl dönümü” hezeyanı da aynı acının tezahürü değil midir?

Şimdi sormak lazım buna da; sen hiç dünyaya altı yüz yıl adaletle hükmeden bir kabile gördün mü? Senin ataların olan batılı Hıristiyan devletlerin iki asırdır dünyayı kan gölüne çevirdiğini görmeyecek kadar kör müsün? Seni yetiştiren Fransızların sadece Cezayir’de yaptığı katliamları resmen kabul ettiklerini de duymayacak kadar sağır mısın?

Sonuç olarak bunlar bitmez tükenmez… Paralel olur, yatay olur, dikey olur, bir şekilde saldırmaya devam ederler.

İslam ile küfrün mücadelesi kıyamete kadar sürecek. Önemli olan bizim hangi tarafta olduğumuzdur.

Bize vazife olan seferdir. Zafer gelirse, zaten lütf-u ilahidir. Küfür hiçbir zaman İslam’ı hazmetmez.

Hiç şüpheniz olmasın, biz hak ettiğimiz zaman bu Bizans artıklarının ve büyüklerinin yüreklerine inecek yepyeni fetihler de nasip olacaktır.

Selametle kalın.