Yolunda gitmeyen bazı şeylerin canını sıktığı, toplumumuzdaki bir insanın, Televizyonların ve Televizyon kültürünün yaygınlaşmasından önceki ortalama davranışı şuydu: dertleri bir imtihan olarak görür, bu günlerin geçici olduğu bilinciyle sabır gösterir ve en yakın camiye giderek abdest ile temizlenir, namaz ile rahatlar, dua ile huzur bulurdu.

Bunları yapınca sakinleşir, berrak bir akıl ile sorunların çözüm yollarını aramaya başlar ve bu şekilde sorunlarını kısa sürede çözerek yaşamına kaldığı yerden devam ederdi.

Televizyonların başköşeye kurulup ‘’Popüler kültür‘’ bombardımanı yapmaya başlamalarından sonra insanların sevinç vehüzünlerini, anlamlı günlerini, kutlamaları gerektiği yerlerin içkinin su gibi tüketildiği mekanlar olması konusu topluma enjekte edildi.

Bu görüntüler müzikler ve duygusal hikayeler ile oldukça etkili bir anlatımla topluma sunularak asıl yapılması gereken davranışın bu olduğu konusunda mütabakata varılmış gibi bir intiba oluşturuldu.

Maalesef artık insanlar herhangi bir sorun yaşadıklarında mantıklı çözümler bulmak yerine sorunlarını daha da derinleştirecek yollara başvurdular, sevinçlerini dostları ile paylaşıp şükretmek yerine zevki sefaya dalarak bu başarılarını gölgede bıraktılar.

Her gün ekranlarda onlarca dizinin döndüğü ülkemizde toplumun değerlerinin nasıl ayaklar altına alındığı insaflı seyirciler tarafından görülmektedir.

Her ne kadar değerlerimize sahip çıkmaya çalışan ve gençlerimizi tarihi bağlarıyla buluşturarak özgüvenlerini artırıcı diziler çekilse de maalesef bunların sayısı çok sınırlı kalmaktadır.

Yüzlerce bölüm yayınlanıp hiçbir sahnesinde ezan sesi duyulmayan dizilerin Dünyanın hangi ülkesinde çekildiği sorusu akıllara gelmektedir.

Küçücük çocukların üzerinden aşk adı altında cinsellik, aldatma ve şiddetin ön plana çıkarıldığı dizilerin bu ana tema ile seyircilerin karşısına çıkması hangi akla hizmettir.

Hemen hemen her dizi filmde bir eşcinsel karakterin olması ve bu karakterin neşe kaynağı, keyifli ve mutlu olarak gösterilmesi neyin planlaması ve neyin hesaplanmasıdır

Başta ergen çocuklar olmak üzere bütün bireylerin hayatta ‘ Aşk’ adı altında oluşturulan bir gaye için yaşamalarını ele alıp bütün hikayeyi bunun üzerine kurgulamak insanları bile bile mutsuz ve huzursuz etmeye çalışmanın altında neler yatmaktadır.

Dizilerde insanlara su gibi içki tüketimi yaptırılarak, alkolü, sarhoşluğu ve sarhoşu normalleştirmek hangi sinsi planın bir parçasıdır.

Küçük çocuklarda dahil olmak üzere herkesin eline silah verip, insanların birbirini öldürdüğü, yaraladığı sahneleri bol bol göstererek topluma nasıl bir patolojik durum yaşatılmak istenmektedir.

Temel yapı taşımız olan aile mefhumunu kökünden dinamitleyerek, bölük pörçük olmuş aileleri rol modeli olarak göstermek ve ergenlik çağındaki gençlerin ailelerinden ayrı yaşamasının gerekliliğine toplumu inandırmaya çalışmak ile bizlere verilmek istenen zararlar nelerdir.

Anne babaya asi bir gençliğin yetişmesinin tohumları atılarak ‘ kendi kararlarınızı kendiniz verin.’ aldatmacası ile çocukları anne babalarının tecrübelerinden uzaklaştırmak ve gençleri aile bireyleri ile değil de bireysel yaşamaya özendirmek ile gençlerimize nasıl bir tezgah kuruluyor ve gençlerimiz nasıl kandırılıyor.

Dizilerin aileye, bireye ve topluma verdiği zararlar böylece sıralanıp gidiyor.

Peki bizler kendimizi çocuklarımızı bunlardan korumak için neler yapmalıyız.

Bunun cevabı başka bir yazıya konu olacak kadar uzun ancak bu dizileri izlemeyerek işe başlamak kanaatimce en doğrusu olacaktır.

Gelin toplumumuza bu kadar zarar veren bu dizileri hayatımızdan çıkartalım biz bunu yaparsak göreceğiz ki çocuklarımızda bizi örnek alacak ve hayatlarına musallat olan bu zararlı alışkanlıklardan kurtularak kendilerine yeni bir yol çizeceklerdir.