Mübarek bir iklimdeyiz. Midemizi ve bedenimizi dinlendirirken aklımızı ve duygularımızı daha çok kullanarak bilemenin idrakinde olmamız gereken bir zaman dilimi…

Bu ülkenin genetik kodları İslam ve peygamber sevgisi ile yoğrulmuştur.

Her alanda bu izleri görmek mümkün…

Ne var ki “komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” hesabıyla; ta Tanzimat döneminden beri süregelen batı hayranlığı, dinimizin ve medeniyetimizin, çağının çok ötesindeki bilimsel ve kültürel boyutundan kopuş ile birleşince kaderin garip bir cilvesi olarak “batılı” olmak zorunda kaldık/bırakıldık.

Peki, olabildik mi batılı?

Hayır.

Doğulu kalabildik mi?

Kalamadık.

İkisi arasında, garip bir ikilemle kişilik, kimlik ve varlık problemleri yaşayarak yüz yılı devirdik.

Dünyaya bin yıl, dile kolay bin yıl, nizâmat veren, kökü binlerce yıl derinde olan bir medeniyetin mensupları olarak, hiçbir şey üretemez, düşünemez ve yapamaz olduk. Ne vakit başımızı kaldıracak olsak mel’un ve meş’um bir darbe ile sindirilip kıstırıldık.

Ta ki 15 Temmuz’da ihanet ve işgal girişimine dirayetli bir lider eşliğinde milletçe bu gidişe dur diyene dek sürdü bu düzen.

Batı bizi kendisine öylesine bağladı ki; her tarafımıza kurduğu özel sistemleri ile milli ve manevi bütün kaslarımızı uzaktan kumada ile idare etmeye başladı ve başardı da.

Her alana nüfuz etti. Bütün bürokrasiyi ekseriyetle hükmü altına aldı. Özel sektör, iş dünyası hepsini ama hepsini…

Sadece bu kadar mı?

Değil.

Dini ve milli kıpırdanmalarımızı bile kendi sistemleri ile donatmaya çalıştı.

Müslümanları böldükçe böldü, her bölümü ayrı yönetmeye çalıştı. Hurafelerle insanların dini duygularını kontrol altına almayı başardı.

En çok da eğitim sistemimizi ve kültürel alanımızı sıkı kavradı batılı güçler. Kendi istedikleri gibi yetişen nesiller onların işlerini kolaylaştıracaktı.

Öyle de oldu.

Sinemamız, televizyonlarımız, gazetelerimiz hep o amaca hizmet etti. Haz ve hızı pompalayarak gençliği fena halde ifsat etti. (hâlâ devam ediyor.)

İnsanlar yıllarca o sınav senin bu sınav benim diye koştururken; bilginin, erdemin, dostluğun, vefanın, hakkaniyetin, zulme rıza göstermemenin, milli ve manevi duyguların sınavlarda puan getirmediğini görüp sınavda puan getiren test çözme becerilerini geliştirmenin yollarını aramaya başladılar.

Oradan da hoop fetogillerin kucağı…

Sonrası mâlum zaten.

Milletin en zeki evlatları, milletin parasıyla eğitilip, millete tankla topla saldıracak hale getirildi. (fetonun özeti)

Yalnız ne yaparsa yapsın batı, hesap edemedikleri bir şey vardı. Hesapların üstünde bir hesap vardı. Nihayetinde onlar da kâinatta bir toz tanesi kadar bile etmeyen bu dünyada aciz kullardı. Paraları çok da olsa ölmeye mahkûmdular.

Özellikle İmam Hatip Okulları ekseninde yetişen şuurlu nesiller sayıları çok az olan Celalettin Öktem’ler, Nurettin Topçu’lar, Hacı Veyiszade’lerin de olağanüstü gayretleri ile zamanla bir yekûn oluşturdular.

Bu nesil, Rahmetli Erbakan Hoca’nın döneminde teşkilatlanmanın ve birlik olmanın önemini fark edip yeniden kadim değerlerimizle buluşma hareketinin fitilini ateşlediler.

İşte bugünkü mücadele o mücadeledir. Batının bize kurduğu kalıbı, ilk kıranlar onlardır.

Gelelim hâsıl-ı kelama;

Reis-i Cumhurumuz, hayatıyla, mücadelesiyle ve duruşuyla işte bu ruhun en samimi ve en gayretli temsilcilerindendir. Küfrün kalıbını kıranlardandır. Yerli ve millidir yani…

Bütün icraatlarını anlatsak satırlar yetmez. Bilmeyen de yok zaten.

Muhteşem bir medeniyet bakiyesi olan bu milleti açlığa, sefalete, kuyruklara mahkûm eden gerek ulusal ve gerekse küresel güçlerle büyük bir kavgaya tutuştu. Kendisine kurulan komplolarla normal şartlarda onu defalarca yok etmeleri gerekiyordu batılılar ile uşaklarının ama yapamadılar.

Yukarıda dediğim gibi, çünkü onların bilmediği bir şey vardı, hesapların üstünde bir hesap vardı.

Size buradan samimiyetle hissiyatımı söylemem gerekirse; ne yaparlarsa yapsınlar, muhteşem yükselişimizi engelleyemeyecekler. Devir İslam’ın yükseliş devridir. Ümmetin diriliş mevsimi başlamıştır. Geriye dönüş yok.

Büyük Türkiye bunun ilk adımı olacak.

Biz Allah’tan dileyelim ki bu şerefe bizleri de nail eylesin.

Bu şerefe nail olmak elbette kolay değil. Allah’ın emri ve rızası doğrultusunda ve Peygamber (sav) izinde olmadıktan sonra hiçbir başarı bize fayda sağlamaz. Öncelikle bu konudaki eksikliklerimizi gidermeliyiz.

Cumhurbaşkanımızın son dönemki vurgularını dikkatle okumamız lazım. Şahlanış için en esaslı iki hususta eksiklerimizi dikkatlere sunuyor.

Eğitim, kültür ve değerlerimiz…

Bu eğitim kalıbıyla olmaz diyor özetle. Sistem değişmeli diyor.

Diyor da kim yapacak bu işleri?

Elbette ki bizler.

Bu toprağın ekmeği ile beslenmiş, suyunu içmiş ve medeniyet genetiğimizin farkında olan biz eğitimciler, akademisyenler, bürokratlar…

Korkarım ki bu anlamda çok az zamanımız var ve fetih için surlara dayanmamıza az bir vakit kalmışken hemen ciddi ve kalıcı bir çözüm üretmemiz gerekiyor.

Lafı uzatmaya gerek yok.

Cumhurbaşkanımızın son zamanlarda vurguladığı birkaç sözü buraya alarak bir de bu açıdan, özellikle de İstanbul’un fethi bağlamında bakmamızı teklif ederek bitireyim yazımı. Cumhurbaşkanımız dert sahibi. Ümmet için vatan için millet için gecesini gündüzüne katan bir insan. Onu her gün dinliyoruz da anlıyor muyuz, onu bilemiyorum. İnşallah maksat hâsıl olmuştur:

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu milletin tarihi o çoluk çocuk dediklerinizin bir çağı kapatıp, bir çağı açmasıyla doludur dedik. Biz siyasetçilere düşen gençliğine ufuk vermektir. Siz gençliğinize ufuk verirseniz, o gençlik çok daha büyük davaların sahibi olur. Bundan sonrası size aittir. Ona göre. Artık reformları, devrimleri siz yapacaksınız."

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Müfredatımızı yeniden düzenleyeceğiz ve anlı şanlı tarihimizi kitaplarımıza bu şekilde geçireceğiz."

-Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Biliyorsunuz, siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir, sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz hamdolsun siyasi iktidarız, ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. Elbette çok sevindirici, ümit verici gelişmeler yaşandı, yaşanıyor, imam hatiplere olan ilginin artması, tüm okullarda Kur'an-ı Kerim, Siyer-i Nebi, Osmanlıca gibi derslerin seçmeli olarak okutulması başlı başına çok güzel şeyler, bunlar önemli gelişmeler. Bununla birlikte, ülkemizin ihtiyacı, milletimizin talebi, bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hâlâ pek çok eksiğimiz bulunuyor. Dilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar daha yeni yeni değişiyor. Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse, bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum.”