Bir yazarı yazmaya iten şeyden daha önemlisi; yazarın okurlarını O’nu okumaya itecek şeyin ne olacağıdır kanaatimce. Çünkü yazar olmak kadar okunur olmak da önemlidir. Bu arada üç beş cümlelik yazılar yazmayı yazarlık için de kendim içinde yeterli bulmadığım için uzun yazıyorum. Ya da henüz kısa yazılarla meramını anlatabilen mahir yazarlardan olamamış olabilirim belki de. Bununla beraber yazı yazmaktan çok; okuru, okuma esnasında yormamak gerektiğini, bir yazıyı almam gereken bilgiler dolayısıyla mecburen sonuna kadar okumam gerektiğinde fark ettim.

          Evet konuya profesyonel olarak yazı hayatına başlamam hakkında kısa hikayemi paylaşarak devam edelim. Aslında iş ilk kez aile içerisinde hissiyatımı anlatmak konusunda yaşadığım çıkmazdan küçük yazılarla ve mini şiirciklerle kaçış arzusuyla başladı. Ortaokul yıllarıydı ve bayağı iyi gelmişti. Hala yazıyor olamamı etkileyen en önemli faktör ise Üniversite de başladığım ve sonrasında bırakmakla büyük hata ettiğim günlükler sayesinde oldu. Özellikle büyük yazarların Jurnallerini görmüş bir okur olarak bu hatayı yapmamalıydım. Ama yaptığınız işe inanmanız kadar imkanlar da önem kazanıyor bazen. Mesela bazı yazılar okunması istenerek yazılır. Bazı yazılar ise yazanın istediği zamandan önce okunmamalı bence. İşte günlük yazmak konusunda beni engelleyen faktör bu oldu.

          Ama sair yazıları yazmaktan vazgeçmedim. Gerçi bunun da çok mühim sebepleri var ancak en önemlisi şükranla hatırladığım önemli bir kalem üstadı. Çalıştığım iş yerine gelen çok meşhur bir yazardan bazı yazılarımı incelemesini rica etmiştim. O meşhur yazar ifadesini dolduran isim Mustafa Özdamar idi. Mustafa Özdamar ağabeyin yazılarımı memnuniyetle alması beni şaşırtsa da asıl şaşkınlığı geri dönüşünde yaşadım. İşe bak hem yazılarımı almış hem de geri dönüş yapıyordu; inanamadım. Çocuklardan daha saçma hareketlerle telefona cevap vermiş ve neredeyse deliye dönmüştüm. Bu gün oldu hala kendisine şükran, minnet ve büyük bir muhabbet beslerim.

          Uzun zamandır yüz yüze görüşememiş olmamın verdiği bir özlem olsa da ve saygın bir yazar ile geçirebileceğim zamanın kıymetini biliyor olsam da bazen imkansızlıklar ve yoğunluklar ağır basıyor. Neyse Mustafa Özdamar ağabey şöyle söylemişti;

          -Yaz Selehattin, yaz ve kimseye de danışma. Sen zamanla üslubunu oturtursun. Üstat Sezai Karakoç şöyle der; Kabın içnde ne varsa o sızar dışarı; dedi. İnanılmaz bir cesaretlendirme idi. İkinci olarak etrafımda kalem oynatan bir çok arkadaşım oldu ve onların da bir kısmı teşvik edici oldu ki onların her birini ismen anmak bu yazının maksadını ve boyutlarını aşar.

          Yazmak yani gerçekten yazmak bende bundan bir kaç yıl önce ilk olarak içime tıkıştırılarak doldurulmuşluktan taşma olarak ortaya çıktı. Dolmuş ya da doldurulmuş olmam, çektiğim ıstırabı başka bir yolla paylaşamayışımın sancısı ile kaleme sarıldım. Bu konuda o dönemlerde beni üzen ve bu doluluğu temin eden art niyetli insanlara teşekkür etmem gerekir ama nerden bulacağım ki. Her bir bir yere dağıldı gitti. Bu anlamda ilerleyen zamanlarda daha çok yazmam konusunda teşvik edenler de yine aynı türden art niyetli insanlar oldu. Onlara da yürekten teşekkür ediyorum. Allah’tan gayrıya güman etmem (beklenti içerisinde güvenmek) ve yine ondan gayrıdan havfım (kayıp açısından korku) yoktur elhamdülillah. Ondan mütevellit kimin ne düşündüğü çok ta mühim olmamakla birlikte haset hastalığı olanlara ancak daha iyi olmak için çabalayarak cevap verilebilir diye düşünüyorum.

          Yazmak bu anlamda taşmaktır birinci olarak. Dolarsınız, dolarsınız ve bir gün gelir taşarsınız. Ancak doluluk bilgi ve görgüyü de barındırmalıdır. Ve sonu nihayeti olmayan bir ömür süren bir süreçtir dolmak. İkinci olarak değerli olan bir şeyi aramaktır. Hakikati mi dediniz? Hayııır kim kaybetmiş ki bu zamanda biz bulalım o yüceliği. Sadece aramak ama nasibine ne düşerse onu aramak ya da belki bulmaktır şansa. Arayış bir ömür sürer ama, tıpkı dolum süreci gibi. Aramayı bazen kahramalardan müteşekkil hikaye satırlarında, bazen gerçeklerden oluşan olaylar arasında, bazen sadece kelimeler arasında ya da bir deneme çalışması içerisinde yaparsınız ve mütemadiyen sürer gider bu iş. Bulduğun ne incidir ne mercandır ama her bulduğunu inci bilirsen mercan bilirsen yazdıkça yazarsın. Aktıkça akarsın yazı nehrinde bir o yana bir bu yana. Ama keyiflidir ha sakın şikayet ediliyor sanmasın kimse.

          Yazmak bir diğer anlamda kayboluştur. Bu kayboluş sadece yakın tehditlerin hedefinden kayboluş değildir hatta yazdıkça daha çok hedefe oturursunuz. Öyle ki yakınınızda bulunan bir çok kişi; benzer bir yazıyı meşhur yazarlardan biri ya da herhangi bir başkası yazsa alkışlayacağı bir dünya yazı yazsanız, takdir ifadesi kullanmayı bile akledemez ya da akl eder de içi el vermez. O anda kaybolmayı dilersiniz ama olmaz maalesef. Siz günden güne kaybolamasanız da kaybetmeye başlarsınız birer birer. Çevrenizde olanların samimiyyeti ve hasisiyyeti (haset etmenin tek kelimelik mastar hali) ortaya çıkmaya başlar. Öyle hasis davranışlar sergilerler ki komedi çıkarılabilir dikkat edilse. Kapıyı açan da kapatan da yine aynı kişiler olmaya başlar.

          Yazmak bazen bulmaktır. Hani yazmak kaçıştır ya bazen gerçek dünyadan kopabilmek adına ve bir çok yazar için geçerli olabilir bu. Ama kendi hakikatinden kaçmak için kaleme sarılmış olan bir yazar nasıl olsunda çevresine yol gösterici bir meziyette buluşlar yapıversin ki. Ama düşündükçe ve yazdıkça bulmaya başlar. İnce hakikatler üzerine kafa yormalar zamanla meyvesini vermeye doğru yol alır. Artık buluşlar ve fikri aydınlanmalar biraz ilgi biraz da emek sonucunda yaşanır. Artık bazı hakikatleri sadece yazmaz yaşarsınız iç aleminizde ya da dış dünyada. Ele verir talkını kendi yutar salkımı. Bu söz yazarlar için pek geçerli değildir. Çünkü o bir hesaba göre yazmaz. Yazmamalıdır ya da. Kendi aç kalsa da hakikatin müdafii olmaya mecburdur. Aksi halde satılık kalem olmaması imkansızdır. Çünkü küçük menfaatlerin temini için oynatılan kalem daha büyükleri için zulmen de olsa oynamakta zorlanmaz.

          Tıpkı '' ihtilaller / ihanetler ’’ döneminde olduğu gibi. Darbecilerin menfaatini korumak aslında onların suçunu örtbas ederek kendi menfaatini korumak arzusu azıcık zorlamayla olsa da bir çok önemli kalemi yoldan çıkarmıştır. Öyleyse yazmak bir anlamda nefis mücadelesidir de denebilir. Kişi elinde imkan var iken adaleti tesis etmek için çabalarsa makbuldür. Elinde güç var iken zulümden sakınırsa değerlidir. Güçlü iken menfaati için değerlerini satmıyorsa saygındır. O zaman yazarlık sadece yazma kabiliyeti açısından bile ele alınsa güçtür bir anlamda ve ben mesela sevdiğim bir yazardan sırf bu yüzden soğumuştum. Çünkü yazılarının hakikatli olduğu döneminde sevdiğim ama sonra birlerinin mefaati için birilerine karşı kalem oynattığını görünce soğudum.

          Normal şartlarda dönemsel çıkmış olan bir çok yazarın özellikle beslendiğini düşünürüm ve itibar etmem. Ama bunlardan bir tanesi istisna gibi durmuştu bazı tavrıları yüzünden. Ama kısa süre sonra belli siyasi bir makamda ki kişiye karşı direk saldırgan yazılar yazmaya başlayınca anladım ki bu sipariş usulü yazılar da yazıyor. O yazılardan kısa süre sonra saldırdığı kişi açısından hedeflediği olay gerçekleşince yazarın sesi de kısmen kesilmiş oldu. Anlaşılan çok güçlü bir fikri dayanak edindiği bu mesele çözülünce zaafiyet geçirdi fikren arkadaş. Rahatın azdırdıklarına ait bir örnek olabilir bu tip.

          Yazarlık öyle her kaleme sarılanın işi değildir dese de bir çok kişi ve hatta ülkede okuyandan çok yazan var dese de birileri mühim değil. Eli kalem tutan herkes yazmalı. Ve çağa, zamana, gündeme şahitlik etmeli. Ama zorlamayla değil de içinden gelerek ve altı doldurularak şahitlik edilmelidir demek mümkündür. Bu arada bir anekdot paylaşayım. Ama sakın bu örneği örnek (!) almasın kimse. Çünkü kimse üstad-ı azam Necip Fazıl değildir ve olay nevi şahsına münhasırdır. Bir gün Necip Fazıl üstada sorarlar.

          -Üstat o kadar kitap yazıyorsunuz. Ama sizi kitap okurken hiç görmüyoruz. Bu nasıl oluyor. Necip Fazıl Üstad cevap verir;

          -Siz ineklerin süt içtiğini gördünüz mü?

          Bu ifadenin bizi ilgilendiren en mühim tarafı yazarın beslenme zamanı ve zenginliği. Üstadın Allah vergisi bir dehası olması onun işini kolaylaştırmış olabilir. Ancak süt veren üstadın nereden istifade ettiği hususu meraklısının bileceği bulacağı bir şey. Manevi olarak istifade ettiği feyz aldığı Arvasi külliyatını unutmamak gerekir. O halde şunu söylemek mümkün olacaktır. Yazmanın kemalinde tasavvuf terbiyesine ihtiyaç olabilirliği yada nefs tezkiyesi için riyazet’e duyulan ihtiyaç. Nefsinin emrinde ki kalem kişinin içinin ve dışının zarar göreceği bir mahallin oluşumunu temin edebilir ki Hafazanallah.

          Yazmak inanmaktır, düşünmektir, amel etmektir, şükretmektir, kulluğu yudumlamaktır, şeytani ve nefsani arzularla mücadele etmektir. Yazmak sorumluluktur. Bireysel ve toplumsal hamallıktır. Dertli olmaktır ve milletin ümmetin insanlığın huzurunun derdi ile dertlenmektir. Yazmak mutluluktur. Umuttur, heyecandır, korkudur ve aşktır. Bugündür yarındır. Yazmak sıradanlığa isyandır ve sıradanı aşan sanatkarlıktır. Üretmektir. Yeni aşklar ve aşıklar yeni kahramanlar hediye etmektir halkına ve insanlığa. Benim kendimi keşfetmem için beni zorlayan ve beni yalnızlığa iten ''art niyetli’’ tüm çevreme teşekkür ederim. Onların sayesinde düşündüm, ürettim, yazdım mutlu oldum ve hayal kurdum. Onların sayesinde ufkumu daha yükseltme ihtiyacı duydum ve çok daha fazla okudum, izledim, gözlem yapma imkanı buldum. Kalem ise sadece eşlik etti bana. Elhamdülillah…

          Nun, Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. Kalem Suresi 1. Ayet

          Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın

          Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın.

                                                                    Necip Fazıl

          Vesselam

          Selahattin DUMAN

          ………………………..… :) 30.01.2018 02:57