Devletler anayasalarla, yasalarla yönetilir ancak sokakların kuralları kişilerin tercihleriyle oluşuyor. Kişisel tercihlerin istikametini belirleyen ise tasavvurlardaki gerçekliklerdir. Bireylerin ahlakı toplum ve devletin düzenini belirler. Dürüst bireylerden oluşan bir toplumda yasaların içeriği toplumsal huzuru doğrudan etkilemezken tersine anayasalar ve yasaların mükemmelini de yapsanız devleti oluşturan fertlerin değer yargıları etik kurallardan oluşmuyorsa o devletin gelişmesi güçlenmesi ve toplumsal barışı sağlaması nerdeyse imkânsızlaşır. Kısaca insan faktörü devletin kaderini belirler, devletin uygulamaları da gelecek kuşakların karakterinde tesir gücüne sahiptir.


 Bizim gibi sözde demokrasi ile yönetilen ülkelerde halk sandığa gidip kendi yöneticilerini seçer. Belli süreler için seçilenler halka hizmet etmeye çalışırlar. Bu hizmetin temelinde adalet olacağı yerde kendini seçenlere ayrıcalık olursa, tercihlerde liyakati esas almak yerine çıkar merkezli bir sisteme geçilir. Toplumsal bozulma da işte tam buradan başlar. Millete eziyet yapmak için işkence aletlerine, işkence yapacak cellatlara hiç gerek yoktur. İş bilmeyenleri “akraba olur, hemşeri olur, arkadaş olur, dernekten olur, cemaatten olur” her ne olursa olsun liyakatten başka her seçenek esas alınarak bir yere getirdiğimizde görün zülüm nasıl olur. Eline kılıcı alan sallarda sallar. Bazıları padişahım çok yaşa sloganını söyleyip durdukları için yanlışları görmezden gelirler. Yanlışları söyleyenlerde haset ettiği varsayılarak dikkate alınmazlar. Güçlü olanlar istediğini yapma hakkını kendinde gördükleri için tabanlarının eridiğini ancak seçimlerde fark ederlerde o zamanda iş işten geçmiş olur.


 Haksızlık karşısında susanlardan olmamak adına bedel ödemeyi de göze alarak susmayanların çıkışlarına kulak tıkayanlar aldıkları oyların adaleti tesisi için değil de ayrıcalık saltanatı kurmak için kullananlar yalnız kendilerine karşı ihanet etmedikleri gibi bütün bir millete bedel ödeterek büyük bir kargaşaya sebep olurlar.İster seçimle ister başka yollarla yetkiyi eline geçirenler attıkları adımları ince hesaplamalı verdikleri karalarda tüm kesimin haklarını dikkate almalıdırlar. Hakkı ve hukuku hiçe sayan her uygulama kamu vicdanında tamiri zor yaralara yol açar. Güç karşısında hakkı savunamayanların oluştuğu bir toplulukta başa gelecek her kötülük nerdeyse müstahak olur. Yanlışların çoğalması hataların tamirini de yok eder. Kıyamette işte bundan sonra kopmaya başlar. Güven ve huzurun kaybolduğu bir toplumda kişisel güzelliklerinde tehdit altında olması istenmeyen bir sonuçtur. Dünyayı kendinden ibaret sayanların bencilliğinde boğulmamak adına, yaşadığımız yakın çevrenin iyilik adına dönüşmesi için bizimde çok hayati ödevlerimiz vardır. Bu ödevimizi yaptığımız müddetçe toplumsal kıyametimiz ötelenecektir. Değilse hepimizi içine alacak bir sona hazır olmak mukadderat olacaktır.


 Aklını kiraya vermeyen bir karakterde, genel ahlak kurallarını bilen etik kuralar konusunda duyarlı, kişisel bütünlüğü sahip hakkına sahip çıkan, başkalarının hakkını da kendi hakkı gibi kutsal görebilen kişilikler yetiştirmemiz şartıyla var olan sorunları çözmede çok önemli bir yol alabiliriz. Yine yalnız aklı değil gönlü de dikkate alan bir eğitim sistemini kurmak zorundayız. Duygularını tanıyan, duygularını yaşayan, duygularını ifade eden ve başkalarının duygularını da anlayabilen kimlikleri kurabilirsek dönüşümü de gerçekleştirebiliriz. Çağımız aklını ilahlaştıranlarla gönlünü yok sayanların işbirliği yaptığı, mutsuzluğu pompalayan korku ve nefretten beslenen keşmekeş bir sistemdir. Bu çağdaş sistem çıkarı hayatın merkezine koyduğu için önce insanın dengesini bozmuş ardından dünyanın başına bela olmuştur. Kan ve gözyaşının ıslattığı topraklarda kahreden acıların kara bulutlar gibi çöktüğü ruh dünyamızda ve/veya gerçek dünyamızda sonsuz azabın pençesine düşmeden var olmaya, var mısınız? ([email protected])