Adına devlet denilen dev yapı, vatandaşlarının ihtiyaçlarını gidermek için bir takım kurumlar oluşturmuş ve bu kurumların çalışma sistemlerini kanun, tüzük, yönetmelik gibi yazılı kurallara bağlamıştır.

Devlet, kurumları vasıtası ile sunduğu hizmetlerin düzenli ve verimli şekilde devam edebilmesi için, belli şartlara haiz, personel istihdam etmek durumunda kalmıştır. Kamuda çalışacak personellerin hizmet sınıflarının belirlenmesi, bu sınıflarda çalışacak personellerde aranacak özellikler, kamuya alım şekilleri, yetiştirilmeleri vb. konularda birçok düzenleme yaparak kamunun personel ihtiyacını gidermeye çalışmıştır.

Kurumların, amacına uygun hizmet üretebilmesi, istihdam edilen personelin görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi ile mümkündür. Türkiye’de devlet mekanizması, çalışanların belirlenen normlara aykırı, hal ve davranışlarını disiplin cezaları ile “yola getirme” cihetine gitmiştir. 657 sayılı DMK’nın 125. Maddesinde memurların hangi fiillerine, ne tür cezalar verileceği açıklanmıştır. Ancak farklı hizmet sınıflarındaki memurların aynı tür suçlarına “özel kanunlar” yolu ile farklı cezalar verilebilmektedir.

Kamuda çalışan insanların mevzuata aykırı fiil ve halleri nasıl tecziye edilmekte ve ceza süreci nasıl işlememektedir?

Disiplin cezasını gerektiren fiillerinin soruşturulmasının nasıl yürütüleceği ile ilgili hukuki bir düzenleme yoktur. Bu alandaki çalışmalar, tamamen temayüllere göre işlemektedir. Devlet Memurları Kanunda soruşturma ve soruşturmacıdan bahsedilmekle beraber, soruşturmanın açılması, soruşturmacı tayini, soruşturmacının nitelikleri ve soruşturmanın yürütülmesi gibi hususlarla ilgili belirsizlikler vardır.

Bu belirsizlikler hem yapılan soruşturmayı, hem de soruşturma sürecinde harcanan emeği anlamsız hale getirmektedir. Belirsizlikler en çok da Danıştay’ın kafasını karıştırmış olacak ki, bu yapının aldığı bir biri ile zıt kararlar artık tahammül edilemez boyuta gelmiştir. Bu da, zaten az olan hukuka güveni, daha da aşağılara çekmektedir. Danıştay’ın vermiş olduğu kararlar birçok suçun cezasız kalmasına ve suçluların mevzuatı hafife almasına sebep olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Danıştay’ın bu kararlarının altında yatan, oldukça iyi gizlenen ve pek dillendirilmeyen düşünce, disiplin soruşturmalarını yürüten muhakkik ve müfettişlerin hukuk alanından mezun kimseler olmaması nedeni ile Danıştay’ın soruşturmayı yürütenlerin kararlarını küçümsemeleridir.

İdare mahkemelerinin kafa karışıklığını birkaç örnekle açıklayalım. Danıştay’ın disiplin soruşturması açılmadan, doğrudan disiplin amirince savunması alınarak disiplin cezası verilemeyeceği ile ilgili kararları olduğu gibi, disiplin amirince savunma istenilmesinin soruşturma yapılması anlamına geldiği yönünde de kararları vardır.

Disiplin soruşturmalarının adaletsizliğe neden olan uygulamalarından biri de, disiplin cezalarının “disiplin amirleri” tarafından verilmesidir. Disiplin soruşturması tamamlandıktan sonra eğer uyarma, kınama, aylıktan kesme cezası teklifi getirilmişse bu ceza disiplin amiri tarafından 15 gün içinde verilmek zorundadır. Disiplin cezaları “takdiri” cezalardır. Bu nedenle, disiplin amirleri, soruşturmacılar tarafından önerilen cezaları aynen uygulamak zorunda değildirler. Memurun geçmiş çalışmalarını ve sicilini dikkate alarak, takdir yetkisini kullanıp cezayı hafifletebilir, ya da tamamen kaldırabilir. Suçun alenen ortada olduğu bir durumda bile amir, takdir yetkisini kullanırsa kim ona ne diyebilir. Yöneticilerin çoğu maiyetindeki personelle kolay kolay çatışmaya girmek istemez. Kendisine karşı bir cephe oluşması, amirin isteyeceği en son şeydir. Bu sebeple uygulamada çoğu zaman cezayı ya hafifletir ya da tamamen kaldırır.

Bu konuda, biran önce yapılması gereken, kişileri karşı karşıya getirecek uygulamaları kaldırmak, sorumluluğu kurul üyeler arasında dağıtarak adaletsizliği önlemektir. Bu nedenle, disiplin cezalarının tamamının “kurullar” vasıtası ile verilmesi uygulamasına geçilmelidir. Bu, hem disiplin amirlerini rahatlatacak hem disiplin cezalarının adamına göre verilmemesi uygulamasını sonlandıracaktır.