Üst Not: Bu yazı asla marksist, leninist, maoist,

kemalist kişilerin gönlüne su serpmek için yazılmamıştır.

          Devletimiz yeni ismi ve cismi ile kurulalı beri; birilerine içerde ve dışarda barış olması için fikren ve eylemsel olarak iğdiş edilmiş bir toplum sözü verilmişçesine bir davranış içerisindedir. Bunu görmek için dürbün ya da mikroskop gerekmiyor hatta gün gibi aşikar ve yüzümüze yüzümüze dikte edildi bunlar senelerce, ve gözümüze gözümüze sokuldu defalarca. Hem de her nesle hiç usanmadan verilen bir değişmez, değiştirilemez inanç esasıydı Cumhuriyetin bu. Biz barış ile sorunu olan insanlar değiliz ama bir yanağına tokat yediğin zaman diğerini çevir dediği rivayet olunan bir dine mensup ama yüzlerce yıldır İslam coğrafyasında kan akıtarak kendi refahını temin eden Batı’nın öğrettiği Barış ile ilgilenmeyecek kadar uyanık haldeyiz. Kendi içlerinde birbirini yeme sürecinden uyanınca olanlar oldu zaten. Dayatılan Barış bir inanç esası niteliğinde ve tartışılmazdır. Hatta gerekirse ülkeyi işgal için saldıranlara karşı bile sadece Barış diye seslenmeyi tasavvur ettikleri sanılabilir.

          Ha sahi demokratik,laik bir ülkede devletin inanç esası olur muydu ki? Şeksiz gümansız iman edilecek kemalist yasalar ya da değer yargıları konusunda tasalanmaya bile hakkımızı olmadığı hala doğru mu? Ne olmuş yani Cihad ayetlerinin hutbelerde bile okunmasının yasaklandığı bir dönem olmuşsa diyenler çıkabilir. Camilerde bile size bizim istediğimiz gibi ve kadar iman etme hak ve yetkisi verimişsek ne olmuş yani diyenler de olabilir? Sanki birazcık marksist kafaların üretimi olan bir müslümanlık ile idare etseniz noolurdu ki? Bakın bu ülkede yaşayan ve halinden şikayet edenler kaç kişi olabilir ki. Sadece bir kaç küçük grup işte. Onları da koca devlet dikkate alacak değil ya. (Bir dönem İslamcı parti dedikleri kesimin aldığı oy oranı üzerinden yapılan mugalata.)

          Ha sonra bak bir de Deaş var; hem de ne biçim cıss… Onlar akşama kadar kafa kesiyor ve Şeriat, Cihad diyorlar. Sonra da masum Avrupalıları öldürüyollar. Alçakça terör saldırıları yapıyollar ya hani. Fransa’ya, Belçikaya vb. Şimdi siz bu İslam denilen dini bizce iyi bilmiyorsunuz. Bakın önce bir defa Allah kimseye kimseyi öldürme yetkisi vermemiş. Hem bu gidişle yakında hırsızın elini de kesmeye kalkar bunlar. Hele bir de içkiyi yasakladılar mı işte o zaman bittik. Hala daha yapılan düzenlemeyi bir ev sahibinin kiracısını yargıladığı gibi yargılayarak değerlendirme cüretinde olanların varlığı göze çarptı geçenlerde. Tv de tartışma sürerken Evrim dostu ve cihad düşmanı profiller hala baskın bir şekilde bunu yapamazsınız, akıl bilim diye safsatalar öne sürüyordu son derece özgüven sahibi olarak. Komiklerdi ama işi bilenler açısından.

          Yeter mi yarım akıllı zihniyetin meseleye akıldan, ilimden, irfandan ve medeniyetten uzak bakışı ile millete olmayacak donu biçme gayretlerine dair boş lafların yazılması. Bence de yeter. Şimdi gelelim şu Cihad ne imiş ona. Cihad önce iki ana kısımda ele alınması gereken mühim bir kavramdır. Bunu delili ise Fahri Kainat efendimizin bir savaş dönüşü Medine’ye girerken ifade ettiği hakikat ile sabittir. O s.a.v şöyle buyurmuştur;

          -Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüş zamanıdır.

          Sahabe şaşkındır çünkü çok zorlu bir seferden dönmektedirler. Ancak konu kısa bir müddet sonra anlaşılmıştır. Önü Ramazan olan günlerde olmaları hasebiyle söylenmiş bir sözdür bu. Hadisin sıhhatine dair zaafiyet var denmiştir ancak biz bundan kendimize yani ümmete yarayacak bazı faideler çıkarabiliriz.

          Allah yolunda cihadı ve Nefis ile cihadı iki grup olarak ele almamızda fayda telakki ediyoruz. Gelelim bu ayrımın detaylarına.

          Önce Nefs ile cihadın ne olduğuna bakmak gerekirse iç muhasebe kavramı ile bir ilinti kurulabilir. Gerçi şu Nefs denen avareyi bizim cahil modernler bilmez bir de onlara bunu anlatmak lazım gelirse de şimdilik bunu geçiyoruz. Ancak Üstat Necip Fazıl’ın Mü’min Kafir isimli eserini tavsiye ile yetinelim. Çok yaralı olacaktır. Bizim arkadaşlar da okuyanlar bir daha okumayanlar behemehal okusun der ve devam ederiz. Aslına bakılırsa nefis ile cihadı Savaş anlamında malıyla ve canıyla Allah yolunda cihadın önüne almayı makul ve mantıklı kılan mühim bir yönünün varlığını fark etmeliyiz artık. Çünkü ancak nefsi ile mücadele edip o mücadeleyi kazanarak bir kişi malını ve canını feda etmeye karar verir. Aksi halde ölümden korkarak, yaşamayı garantileme arzusuyla, savaştan kaçanların hikayelerini de içine almaktadır tarih. Ya da böylelerinin her yerde var olduklarını herkes bilir. Daha ilk zamanlarda Hudeybiye seferinden geri kalanlar ile ilgili mesele çok iyi bilinmektedir. Konu ile ilgili çağlara hitap eden ayete bakalım.

          Bedevîlerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: «Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile.» Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Fetih 11)

          Yine Tebük seferine katılmayanlar olur. Herkes bir bahane üretir, bir grup ise kendini ağaca bağlar ve ancak Peygamberin kendilerini çözmesi halinde affedileceklerini ve ağaçtan ayrılacaklarını söylerler. Bunların dışında ise sadece üç kişi geçerli bir mazeretleri olmadığını söylerler.

          “Ve Allah, (haklarındaki hüküm) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, olanca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları sıkıştıkça sıkışmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azâbından) yine Allah’a sığınmaktan başka çâre olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hâllerine dönmeleri için Allah, onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah, tevbeyi çok kabul edendir, Rahim’dir. (O hâlde) ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (Tevbe, 118-119) Peygamber efendimizin yaşadığı dönemde sahabesi içerisinde yaşanan bu örnekler de gösteriyor ki hem nefis ile hem de diğer cihetiyle Cihat çok mühim ve büyük bir ibadet. Hatta islam olmanın en açık işreti, alamet-i farikası.

          Allah yolunda cihadı ise Enfal 39 ve Bakara 193. ayetler ile ele alabiliriz. Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır. Bakara 193 Baskı ve şiddet kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir. Enfal 39 Özellikle baskı ve zulüm kalkıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar kısmı önemli. Ve vazgeçerlerse siz de vazgeçin deniyor.

          Şimdi Cihad karşıtlarına sorarız siz fitneden yanamısınız? Ya da Baskı ve zulmden yana mısınız? Ya da zulümden vazgeçenlerin yakasının bırakılmasına karşı olanlardanmısınız? Aslında ben de herkes te biliyor ki; maksat ÜZÜM YEMEK olmayınca bağcı gıkını çıkarmasa da o dayağı atacaklar. Ama artık yemezler. Hatta yedirmezler. Kime şikayet edeceksiniz, askeri davet dönemi kapandığına göre, mahkemeler akla mantığa uymayan işler yapma devrini kapattığına göre. AB’nin de bildiği üzere artık Türkiye’de höt diyince korkan siyasiler olmayınca ne yapacaksınız merak ediyorum. Kardinale Lanetullah’a şikayet edebilirsiniz o da biraz daha yürütür sizi o kadar.

          Cihad dünyada sulhü salahın garantörüdür ama anlayana. Yüzyıllar boyu böyle olmuş bu. Dünya hakiki cihadın unutulması ve ya ihmali dolayısıyla bugünleri yaşamaktadır. İşte İslam ordularının ve devletlerinin güçlü olduğu dönemlerde hem kendi içlerinde hem de sair ülkelerde sulhü nasıl sağladığı üzerine bilgiler tarih kitaplarında mevcuttur. Her türlü zulüm ve sömürü düzenine karşı savaş veren en mühim güç olan Osmanlı’dan kurtulmak için asırlar boyu uğraş verdi emperyalist dünya. Nihayet başarılı olduklarında artık dünyada ne düzen ne adalet ne de huzur kalmıştı. Her geçen gün artan bir çirkinleşme sürüp gider oldu.Zulmü üreten ve artıran öbekler hem cinayetleri işleyen oluşumları peydahlıyor hem de bak İslam bak terör diye hem dünyayı hem de kendi halkını aldatmayı sürdürüyor. Bu oyunun bir diğer ayağı da Avrupa başta olmak üzere manevi açıdan doyurulamayan, tatmin edilemeyen batı insanının İslama olan ilgisini firenleme gayretidir. Başka türlü bunu engelleme yolu bulamıyorlar ancak en büyük operasyonlarından biri olan 11 Eylül’ün bile İslama karşı öfkeyi bırakın bilakis ilgiyi ve merakı artırdığını söyleyen araştırmacı ve yayıncılar söz konusu.

          İslamı bilmeyenlere ya da inanmayanlara deseniz ki 15 Temmuz’da bu ülkeyi Cihad şuuru olanlar işgalden kurtarmıştır ki bu el-Hak doğrudur yine de ısrarla karşı dururlar. Zaten keşke de kurtarmasalardı da, bu düşünce başımızda iktidar olmasaydı ve işgal edilseydik bundan kötü olmazdı diye aralarında konuşuyorlardır bu tipler. Nerden mi biliyoruz. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz da ondan biliyoruz. Zaten defalarca deşifre oldular ya canım. Sağır sultan duydu bunların bu konularda neler ettiğini.

          Ama can sıkıcı olan hala Fetö’nün muhalefet partisi liderinin 15 Temmuz fotolarını servis edebiliyor oluşudur. Yahu bu itlerin sonu gelmeyecek mi. E tabi gelmez kimi akrabasını, kimi maç arkadaşını, kimi de Cemaziyel Evvelini bilenlerin yakasını, paçasını kurtarınca devletin elinden ortalık temize çıkarılmış Fetö’cü kaynamaya devam ededuruyor. Oh ne ala memleket. Ondan sonra herkese ayar çekmeye devam ededursun bu hainler. Asıl cihadın bir çeşidi de bu.

          Hainler ve işbirlikçilerine karşı ne olursa olsun mücadele etmek. Bu ise ancak eğitim ile olur. Ama sıradan bir eğitimle değil şurulu bir eğitim ile. O ise ancak geçerli din anlayışı olan ehl-i sünnet itikadı üzre gereçeleşirse mümkündür. Aksi halde modern cahil müçtehitlerin saçma sapan anlayışları üzerinden öğretilen din anlayışı çarpıklıktan başka bir şey üretmeyecektir. Hali hazırda olduğu gibi.

          Vesselam

          Selehattin DUMAN

          Eğitim Bir Sen İst. Bir Nl. Şb. Bşk. Yrd.

          27.07.2017 03:27