İnsan, hayatı boyunca bir saatin sarkacı gibi korku ve ümit arasında gider gelir. Biz farkına varmasak da, korku ve ümit, esasen hayatımızın ayrılmaz parçasıdır. Aniden hasta olmaktan, kaza yapıp sakat kalmaktan, başarı basamaklarından çıkmamızın ölçüldüğü sınavlardan, eğitim, iş hayatımızdaki başarısızlıklardan, evlenmekten, çocuk sahibi olup, onların sorumluluğundan, toplum içinde bizi zor durumda bırakacak bir takım hadiselerden, kötü ahlaklı biri olmaktan, karanlıktan, yükseklikten, bazı hayvanların saldırmasından, yalnızlıktan açlık, yokluk ve yoksunluktan, yakınlarımızı, malımızı, işimizi kaybetmekten, ölümden v.s. bir çok şeyden korkarız. Bununla birlikte ümitlerimiz de hep canlıdır. Her zaman kendimize güvenmeyi, çevremizde iyi, hatırı sayılır ve saygın biri olmayı, çok mal kazanmayı, sağlıklı ve mutlu bir hayat yaşamayı, uzun ömürlü olmayı v.s. ümit eder, hatta bunlar için zaman zaman sınırlarımızı da zorlayan işler yaparız. Bütün bu korku ve ümitlerimiz sadece bizim içimizde kalmaz. Bunları toplumsal hayat tarzlarımıza da yansıtırız. Eğitimde, aile içi iletişimde, diğer insanlarla ilişkilerimizde, sohbetlerimizde kimi zaman korkutarak, kimi zaman da ümitlendirerek, sevdirerek iş yapmayı tercih ederiz. Her türlü işimizde korkutmayı esas alanlar ümit verenleri, ümitlendirmeyi esas alanlar da korkutanları ağır bir dille tenkit de ederler. Acaba her şeyde olduğu gibi korku ve ümit arasında da bir denge kurulabilir mi? Zaman ve zemine göre her ikisi de tercih edilebilir mi?

              İnsanları davranışlarında değişiklik yapmaya zorlayan korku ve ümit duygularıdır. Korku, gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku olarak tanımlanmaktadır. Eğitim alanında korku etkisi sınavlarda net olarak görülmektedir. Özellikle üniversite öğrencilerinin öğretim dönemindeki umursamaz davranışları, final sınavlarının yaklaşmasıyla birlikte sıkı bir çalışma davranışına dönüşmektedir. Ümit, olması beklenilen veya olacağı düşünülen şey olarak tanımlanmaktadır. Eğitim alanında ümit etkisi, özellikle üniversite sınavlarına hazırlık aşamasında net olarak görülmektedir. Önceki öğretim dönemlerinde öğrenmede isteksiz davranan öğrenciler bile, kendileri için uygun gördükleri üniversite ve bölümleri kazanabilmek için öğrenme yarışına katılmaktadırlar.

             Bu iki duygunun bilinçli olarak, aktif hale getirilmesi eğitim alanında daha hızlı ve kolay yol almamızı sağlayabilir. Toplumumuzda hedef belirleme alışkanlığı yaygın değildir. Kişiler yaşamlarının bazı dönemlerinde, şartların zorlamasıyla bir hedef belirlemekte ve hedefi gerçekleştirmek ümidiyle davranışlarını değiştirmektedir. Toplumumuzda erken yaşlarda, mümkün olan her alanda hedefler belirleme alışkanlığı yaygınlaştırılabilirse, hedeflere bağlı davranış değişikliklerinin yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Başlangıçta hedefler aileler ve öğretmenler tarafından belirlenebilir, fakat zaman içinde kişinin hedeflerini kendi belirlemesine imkan verilmelidir.

            İnsanoğlu aciz yaratılmıştır, hedef belirlenmiş olsa bile hedefe yürümekte tembellik etmesi fıtratının gereğidir. Bu noktada korku duygusunun aktif hale gelmesi gerekir. Hedefe ulaşmak için belirlenen davranışlarda aksamalar yaşanması halinde etkili bir ceza faktörü olmadığı takdirde istenilen davranış değişikliğinin kalıcı olması mümkün olmayacaktır. Belirlenecek hedeflerin somut olması hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırabilir. Fakat toplumumuzda daha çok soyut değerlerde davranış değişikliğine ihtiyaç vardır. Bununla birlikte somut hedeflerin gerçekleşmesi insanlara bir disiplin kazandırır. Bu disiplin soyut değerlerin gelişmesinde önemli bir etkendir. Diğer bir deyişle somut hedefler gerçekleştirilirken, aynı zamanda soyut değerlerde gelişmeler görülecektir.

            Bakara suresi 44. ayette şöyle buyrulmaktadır: Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız? Kendi hedeflerimiz yoksa, hedeflerimiz için ümit ve korku duygularımız aktif değilse, başkalarının eğitiminde bu duyguların etkisini gözlemlememiz mümkün olmaz. İnsan, hayatının her döneminde korku ümitten birini tercih edip, öbürünü yok saymamalıdır. Kur’an-ı Kerim korku ve ümidi peş peşe zikrettiğine göre insan da daima korku ve ümit arasında bir yerde olmalı, bir başka ifadeyle, insan; iman ve salih amellerinin kendisini Allah’ın vaat ettiği nimetlere, cennete kovuşturabileceğini ümit etmeli, ancak; yaptığı hatalardan, işlediği günahlardan, tecavüz ettiği kul haklarından dolayı da azap görebileceğinden, cehenneme girebileceğinden korkmalıdır. Kısaca insan, korku ve ümit arasında bir denge oluşturmalı, korkusu ve ümidi yarı yarıya olmalıdır.([email protected])