Azdık, özdük, bir avuçtuk ama samimiydik, birbirimize kenetlenmiştik. Samimiyet, kenetlenme, inanmışlık, adanmışlık, harbilik, hasbilik... bizi ayakta tutuyor, yanlış istikamete giden kalabalıklar arasında kaybolmaktan koruyor, mücadele azmimizi kamçılıyordu. Aramızdaki mezhep, meşrep, klik, etnisite... farklılıklarını görecek durumda değildik. Alnı secdeye giden, hatta sadece Cumaya giden birini gördüğümüzde dünyalar bizim olurdu. Makam, mevki nedir bilmedik. Zaten bizi oralara yanaştıran da yoktu.

Uzun zaman kamuda, özellikle de MEB'de durumumuz yukarda özetlediğimiz gibiydi. Sonra fedakâr dava adamlarının omuzlarında yükselen mücadelemizle birlikte biz de belli noktalara gelmeye başladık. Ancak Türkiye'yi rahat bırakmıyorlar; karışıklıktan, kaostan bize düşeni yaşıyorduk. Güçlendikçe dikkatler bize yöneliyordu. Önceleri düdük çalınca herkese ne yapılıyorsa bize de aynısı yapılıyordu. Sonra düdükler sadece bizim için çalmaya başladı. 28 Şubatlar, 27 Nisanlar, Gezi, 17 - 25 Aralık, 7 Haziran... Kısa zaman aralığında yaşanan ve atlatılan büyük badireler.

Dışımızdan gelen tehlikeleri büyük mücadelelerle, büyük bedeller ödeyerek bir şekilde bertaraf etmeyi başarıyoruz. Ancak bazen asıl mücadele içte yaşanan mücadeledir ve aslolan o mücadeleyi kazanmaktır. Kale içten yıkılır sözü durduk yerde ortaya çıkmamıştır. Son dönemde yaşadıklarımıza bakınca doğrusu endişeye kapılmıyor değiliz.

Yaşadığımız temel problem, bence liberalize ve sekülarize olmaktır. Biz anlayışı, yerini hızla ben anlayışına bırakıyor. "Biz" için mücadele etmekten "ben" için mücadele etmeye evriliyoruz. Yaşantımıza ve mücadelemize seküler değerler yön vermeye başlıyor. Kalenin içten fethedilmesi böyle başlıyor aslında.

Peki bu sevimsiz gidişattan nasıl kurtulacağız? Zor değil aslında. Evvela birbirimizi itibarsızlaştırmaktan vazgeçeceğiz. Bileceğiz ki birimizin itibarsızlaştırılması, hepimizin itibarsızlaştırılması için malzeme yapılıyor. Ensar örneğinde olduğu gibi birileri zaten yoğun bir şekilde çalışıyor ve algı oluşturuyor. Bize düşen malum çevrelere koz vermemektir.

Yanlış yapana hep birlikte hem dur diyeceğiz hem de yanlışını düzeltmesi için yardımcı olacağız. Bir yanlışta bin adam harcamaya kalkmayacağız. Bazılarımızın yanlışı, bazılarımız için ikbal vesilesi olmamalı. Önemli pozisyonda bir arkadaşımız varsa, onun yani misyonumuzun başarılı olması adına ona vargücümüzle destek olacağız. Tökezlese de oraya biz otursak mantığı içinde olmamamız lazım.

Medya üzerinden hesaplaşma işinden derhal vazgeçmemiz gerekiyor. Bizi bir kaşık suda boğacak adamlara dosya servisi yapmak ya da medyaya şikayet mekanizması işlevi kazandırıp sehven yapılan hataları bire bin katarak çarşaf çarşaf yayımlatmak, güç mücadelesini başka zeminlerde bel altı vuruşlarla yürütmek ahlâkî erezyondur. Bu şekilde yapılan hesaplaşmalar, farkında değiliz belki ama derin kırılmalara yol açıyor, enerjimizi büyük ölçüde alıyor.

Önemli bir nokta da şu ki istişare kültüründen gittikçe uzaklaşıyoruz. Uzaklaştıkça da çuvallıyoruz. Halbuki bizim medeniyet değerlerimizin en önemlilerinden biri de istişare etmektir. Çare diye ortaya koyduğumuz çözümler, kısa bir zaman sonra daha büyük sorunlara yol açıyor. Birileri tam tersi düşünen insanların, yapıların fikirlerinden bile çıkış yolu bulurken, biz rüştümüzü ispat edeceğiz diye en yakınımızdakine bile sorma - danışma ihtiyacı hissetmiyoruz.

Bu yazıda son olarak şu noktaya değineceğim: İmkanlar, pozisyonlar çoğalıyor ancak aramızdaki sevgi - saygı malesef azalıyor. Azalma bir tarafa aramıza kin ve nefret girmeye başlıyor. Hızla ilişkilerimize ihlası, empatiyi... yeniden hakim kılmamız gerekiyor. Zira birileri ellerini oğuşturarak bizi seyrediyor.

Varlıkla, geniş imkânlarla sınanıyoruz. İmtihanı kazanmak da kaybetmek de büyük oranda bize bağlı. Şüphesiz ki Rabbimiz kadrini bilenlere, imtihanı geçenlere daha büyük kapılar açacaktır. Mazlum coğrafyalar umudunu bize bağlamış. Dünya kurtuluş için çırpınıyor. Cihanşümül bir misyonumuz var. Büyük badireler atlattık. Okyanusları aştık, derede boğulmayalım.

Mücadele meydanında özünden geçenlere selâm olsun.

 Eğitim-bir-sen İstanbul
 3 No'lu Şube Başkanı Erol Ermiş: