Hür doğan, hür yaşaması gereken insanın iradesine zincir vurmaya çalışan ideolojiler, siyasiler, cemiyetler, cemaatler ve diğer kişi ve kurumları yok saymaya var mısınız? Ekmeğini yiyip sofrasını bıçaklamak değil elbette sözünü ettiğimiz. Vefa çok önemli bir hasletimiz olmalı, ancak vefalı olacağım diye haktan hukuktan vazgeçmeyi de asil bir davranış olarak görmüyorum. Ülkemizin en önemli sorunu geleceğimizin, çocuk ve gençlerimizin çok iyi biçimde yetiştirileme me sorunudur. Bu yazımızda bu sorunumuzu yazmaya çalışacağım.


           Nasıl bir insan yetiştirmemiz gerekiyor? Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür dediğimiz karakterli kişiler yetiştirebilirsek o zaman geleceğimizin güvenliğini sağlamış olabiliriz. Bu söylediğimiz yapabilmek için işe kendimizden başlayabilmeliyiz. Biz ne kadar hür birisiyiz? Düşüncelerimizin beslendiği ana kaynak siyasi düşüncemiz mi? Tabi olduğumuz kurumlar mı? Gönül verdiğimiz yaşayan veya ölmüş kişiler mi? Yoksa bütün bunlarla birlikte kalbimizi sızlatmayan, aklımızı almayan tamamen bizde oluşmuş bize ait düşüncelerimiz mi? Eğer gerçekten aklımızı kendi elimize alabiliyorsak işte tarifini ettiğimiz ideal insana ulaşabilmiş oluyoruz.


            Doğduğumuz ocaklarda, büyüdüğümüz sokaklarda, geliştirildiğimiz okullarda, ekmeğimizi kazandığımız iş yerlerinde bizden istenen birisi olmamız mı yoksa kendimiz mi? Bu sorunun cevabı gayet açık. Dediğim gibi ol, farklı olma anlayışı nedeyse her yerde geçerli bir akçedir. Farklı olanların mahalle baskısına maruz kaldığı bir ülkede insanlığa faydalı olacak buluşların çıkması mümkün olabilir mi? Farklılıklarımız zenginliğimiz lafı da sözden öte bir yer tutmuyor. Sosyal hayatta hiçbir karşılığı yok. Batının ortaçağındaki aklı ile Dünya yuvarlaktır diyen Galile’ lere dünyayı zehir ediyoruz hep beraber.


              Evde annelerimiz çocuğum şöyle olursan böyle olur, böyle olursan şöyle olur, telkininde bulunuyor. Her şeye rağmen sevgisi yerine eğer ve çünkü sevgilerini kullanıyorsak o zaman yetişecek çocuklarımız başkalarının ona dayattığı hayatı gerçek mutluluğu tadamayan yaşayıp gidecekler. Özgür ruhları başkalarını baskısıyla sıkılıp duracak. Ya biat etmeyi seçecekler ya da savaşmayı. Savaşanlar toplumdan dışlanacak, hiçbir gruba dahil olamayacak. Kuşaklar böyle sürüp gidecek. Aslında herkesin bildiği fakat çoğumuzun değişim için direnemediği ve bir süre sonra kendini akıntıya bıraktığı acı gerçek budur. Bu acı gerçeğin acıttığı hayatımıza kör, topal devam ediyoruz. Ne kendimiz olabiliyoruz ne de bizden istenen kişi.


             Okullarımızda durum daha da sistematik olarak devam ediyor. İstenen vatandaş modelinde devletine ne olursa olsun bağlı yurttaşlar yetiştirmek. Devleti baba bilmek ve babalar ne yaparsa yapsın daima haklı olduğunu kabullenmek. İtiraz edenleri kelepçeleyip içeri atan, itaat edenleri kısmen ödüllendiren bir sistem. Doğruyu söyleyenleri dokuz köyden kovan, gözünü, kulağını kapatanları makul vatandaş sayan bir anlayış. Körlerin olduğu yerde görenlerin hali gibi.  Bu ülkede geçmişte en büyük suçlular düşünce suçluları değil miydi? Neden se düşünen insanları sevemiyoruz? Şöyle diyoruz galiba sen benim dediğim gibi yaşamana bak. Ben senin için en iyisini düşünürüm.


            Değerli dostlar haksızlık karşısında rahatsız olan bir vicdanınız, susmayı ar sayan bir aklınız varsa sizde sistemin fabrika hatası bir ürünsünüz. İnsanlık tarihinde kendi iradesine sahip çıkanlarla başkalarının iradesine tabi olanların savaşı hiç bitmedi ve hiç bitmeyecek. Bu ezeli ve ebedi savaşın galibi değil önemli olan. Önemli  olan kendin olarak hayatta kalabilmek. Sen eğer kendin olursan özgürsün demektir. Özgürsen mutlu ve huzurlusun demektir. Değilse yaşamak işkenceye dönüşür. İşkence çekerek yaşamaktan daha erdemlisi sonsuzluğa özgürce koşabilmektir. Ne dersiniz?